BM, Suriye rejiminin insanlığa karşı suç işlediğini ilan ederken Özgür Suriye Ordusu’nun da savaş suçları işlediğini ilan etti. Bu, rejimin kendisini savunacak hali olmadığı ama muhalefetin de oyunu kuralına göre oynamadığını ilan etmek anlamına geliyor.
Savaş, sadece silahlarla yaşanmıyor. Kaçırma, rehin alma, soygun, talan gibi çok sayıda vaka yaşanıyor. İki tarafın mücadelesi sadece Suriye ile sınırlı da değil. Kaçırma yönteminin Türkiye’ye bile sirayet ettiğini, üstelik en son CHP milletvekilinin kaçırılmasının Tunceli bölgesindeki Aleviler üzerinde PKK’nın baskı kurmaya çalışmasıyla ilgili olduğunu hatırlamak gerekir.
Benzer durumlar Suriye’de her gün yaşanıyor; Sünni ve Aleviler birbirlerine baskı kurmak ya da ellerinde tuttukları insanların salıverilmelerini sağlamak için sürekli birilerini kaçırıyorlar. Muhtemelen orada da her bir taraf kendisini mutlak otorite olarak görüyor ve bu kaçırma işini tutuklama, sorgulama, alıkoyma gibi devletlerin kullandığı terimlerle açıklıyorlardır.
Lübnan’a taşan kaçırmalar
Lübnan’da bir aydır bu tür kaçırma olayları artmış, son bir kaç günde yirmi kadar kişi ortadan kaybolmuş. Suudi Arabistan ve Katar, Lübnan’daki vatandaşlarına ülkeyi terk etme çağrısı yapmış durumda. Nedeni, Lübnan’daki Şiilerin Sünnilere yönelik kaçırma eylemlerini artırmaları.
Lübnan’da Şiiler Sünnileri kaçırıyorsa, Sünnilerin de oturup kaçırılmayı beklemedikleri tahmin edilebilir. Ayrıca konu Lübnan ve Şiilerle Sünnilerin mücadelesi olduğunda, durumun Lübnanlıları aşan boyutları olduğu söylenmeli. Suriye’de İran’ın desteklediği rejimin temsilcileri teker teker tasfiye oluyorlar, Esad’ın bile Rus askeri üssüne sığındığı iddia ediliyor. Muhaliflerin en büyük destekçileri ise Suudi Arabistan ile Katar. Kısacası İran ile Suudi Arabistan Şii ve Sünni eksenlerini koruma amacıyla kıyasıya bir mücadele içindeler ve yine hatırlayalım Suudi Arabistan son yıllarda en fazla silahlanan ülkelerden biri.
Suriye’deki mücadelenin aynısı Lübnan’da yaşanıyor ve karşılıklı kaçırma olayları bu mücadelenin sessizce ancak gayet derinden devam ettiğinin göstergesi. Suudilerle İranlılar doğrudan birbirleriyle savaşmaktan kaçındıkça, çıkar alanı olarak gördükleri yerlerde birbirlerini etkisiz kılacak her yönteme başvuruyorlar.
Yeniden eski yöntem
Kaçırma yöntemi, istihbarat faaliyetlerinin zayıfladığı zamanlarda artıyor. Kimin kimi desteklediği belirsiz ise, kaçırmalar yoluyla belirli kesimlerin taraflardan birinin yanında yer alması sağlanmaya çalışılıyor. Bu, aynı zamanda tarafların siyasi muhatap bulma sorunu olduğunu da gösteriyor, zira doğrudan bir siyasi otoriteyi hedef almıyor kaçırmalar; hedef halk kesimleri. Tıpkı Hüseyin Aygün’ün kaçırılmasında hedefin CHP değil Dersimliler olması gibi.
Bombalama ya da sabotaj yerine kaçırma eylemlerini tercih etmek, aslında stratejik bir tercih. Güney Afrika’da beyaz azınlık yönetimi sırasında siyahi çoğunluk direniş hareketlerinde bu yöntemi fazlasıyla kullanmışlardı. Ateşli silahlar kullanıldığında, hangi taraf olursa olsun, daha çabuk uluslararası mercek altına alınıyor, zira kitlesel ölümler oluyor. Davasında haklı olan bile şiddete başvurma yöntemi gereği haksız duruma düşüyor. Kaçırma ise, kitlesel öldürme tehdidinde bulunmayı ima ederken aynı zamanda pazarlık yapmaya da kapı aralıyor; uluslararası mercek de bu konuda fazla çalışmıyor.
Siyasi kimliği belli birileri kaçırılmadığı sürece, büyük tepkiler almadan sürdürülen bir mücadele söz konusu; üstelik karşıda devlet varsa onun da eli kolu bağlanmış oluyor. Özün sözü, Türkiye’de kaçırma olayları artacak gibi gözüküyor; bu genel bir strateji, PKK’ya özgü değil.
Herkese hayırlı bayramlar.