Amerikan medyasında son zamanlarda birbiri ardınca çıkan Türkiye aleyhtarı yayınlar dikkat çekmeyecek gibi değil. Dünyanın her tarafında dikkatle izlenen üç büyük gazetenin (The Wall Street Journal, The New York Times ve The Washington Post) yayınları bilhassa ilginç. Bunların Türkiye’ye yönelik yayınlarındaki süreklilik de dikkatlerden kaçmıyor. Mesela birinde bir gün “Suriye Meselesi Türkiye ile ABD’yi Birbirine Düşürdü. 60 Yıllık İttifak Parçalanıyor” diye bir haber çıkıyor, ertesi gün öbüründe “Türkiye’nin Orta Doğu’daki Etkisi Gitgide Azalıyor” haberini okuyorsunuz. Üçüncüsü, kendilerine neden ilginç geldiği belli olmayan bir konuyu ele alıp Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın fotoğrafını manşet yapıyor.
Şunu söylemekte fayda var: Söz konusu gazeteler Amerikan yönetiminin, yani doğrudan Beyaz Saray’ın yaklaşımlarını temsil ediyor değiller. Ama ülkedeki yerleşik düzenin bakış açısını yansıtıyorlar demek mümkün. Dolayısıyla dikkate alınmaları gerekir.
Söz konusu yayınlardan çıkaracağınız sonuç şu: ABD Suriye konusunda Türkiye’nin yaklaşımlarından ve bilhassa Kobani’deki Kürtlere yardım konusunda yeterince aktif olmayışından memnun değil... Oysa, gazeteler ne yazarsa yazsın, ABD’nin Türkiye’ye Kobani politikası yüzünden mesafe aldığını düşünmek hiç makul görünmüyor. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan da her fırsatta söylüyor, Kobani ABD açısından hiçbir şekilde stratejik anlamı ve değeri olan bir yer değil. Zaten Suriye ve Iraktaki IŞİD yayılmasına karşı uluslararası bir koalisyon oluşturulması fikri ilk gündeme geldiğinde de Kobani kimsenin aklında yoktu. Bilahare, büyük ümitler bağladıkları ve uğruna çözüm sürecine ihanet ettikleri Rojava Devrimi elden gitmesin diye bütün dünyayı ayağa kaldıran Siyasi Kürt Hareketinin propaganda kampanyalarından sonra bile, üstelik bizzat ABD Dışişleri Bakanı’nın ağzından “Kobani bizim stratejik önceliğimiz değil” açıklaması yapılmıştı.
Ama ne olduysa oldu Obama yönetiminin tavrı değişiverdi. Türkiye ile birlikte kendisinin de “terör örgütü” kabul ettiği PKK’nın Suriye koluna silah göndermeye razı oldu. ABD’nin ana akım medyasına yön veren yaklaşımın Beyaz Saray’ı da etkilemiş olduğu söylenebilir elbette. Ancak birkaç küçük ayrıntıyı da atlamadan genel resmin değerlendirilmesinde fayda var: Amerikalıların PYD’ye silah sevkiyatı adeta bir “alay-ı vâlâ” ile başladı ama aynı şekilde devam etmedi. İkincisi, ABD uçaklarının PYD’ye ulaştırdığı silahların Kuzey Irak’taki Kürt yönetimine ait olduğunun ve onlar tarafından Suriye’deki soydaşlarına gönderildiğinin açıklanması da bir diğer küçük ama önemli ayrıntı... Yani hem ABD’nin kendisi PYD’ye -yani PKK’ya- silah vermiş olmuyor, hem de PYD’nin Kobani’ye gelmesine zinhar razı olmadığı rakip gücün meseleye müdahil olması bir oldubittiyle sağlanmış oluyor.
Tabiatıyla bu noktadaki inceliği anlayabilmek için PYD güçlerinin Kobani’yi ve Suriye’nin kuzeyindeki diğer Kürt yerleşimlerini ele geçirdiklerinde buralardan öncelikle Barzani yanlısı Kürt grupları sürüp çıkardıklarını hatırlamak gerekiyor. Şimdiyse, yine vaktiyle ele geçirdikleri yerlerden sürüp çıkardıkları “İslamcı” Kürtlerin de dahil olduğu IŞİD’e karşı PYD’nin yürüttüğü kavga her şeyden önce egemenlik kavgası. Egemenliğini öncelikle diğer Kürtlerle paylaşmak istemiyor. Oysa PKK çizgisini benimsemeyen öteki Kürtler de bu coğrafyanın bir gerçeği. Üstelik Barzani yönetimi hem küresel güç ABD ile hem de bölgesel güç Türkiye ile karşılıklı çıkarlara dayalı olarak iyi ilişkiler içinde. Her ikisinin de Suriye’de PKK’nın değil Barzani’nin etkili olmasını tercih edeceğini beklemek aklın ve mantığın gereği.
Ne var ki Amerikan medyasının tutumuna ve onun kadar olmasa da Washington’un değişen tavırlarına bakarsanız bir yerde bir yanlışlık olduğunu söyleyebilirsiniz. Ancak ben bu noktada yanlışlıktan ziyade bir kafa karışıklığı olduğunu, bunun da karşımızda tek bir Amerika olmayışından kaynaklandığını düşünmek yanlısıyım. Amerikan sistemi içinde kimi zaman çatışan ama çoğu zaman birbirlerini de etkileyebilen farklı eğilimlerin yer aldığını görmek mecburiyetindeyiz. Dolayısıyla Amerika’da ikna etmemiz gereken tek bir adresin olmadığını da bilerek hareket etmek zorundayız.
Tam da bu noktada stratejik çıkarlarımızın çoğunun çakıştığı en önemli müttefikimizle sorun yaşarken stratejik çıkarlarımızın çok azının çakıştığı Fransa’nın Suriye konusunda Türkiye ile aynı hizada yer alması çok önemli bir gelişme. ABD içinde tek bir ABD olmayışı yüzünden Washington bazı konularda kendi orta ve uzun vadeli çıkarlarına uygun rasyonel kararlar alıp uygulamaktan geri durabiliyor. Bu bakımdan, özellikle Ortadoğu söz konusu olduğunda Washington’u belirli konularda ikna edebilmek için Avrupa cephesiyle ilişkilerin canlı tutulmasının lüzumunu Irak’ın işgali günlerinden beri daha iyi biliyoruz.
Aynı zamanda bunlar dış politikada bütün yumurtaların aynı sepete konulmamasının faydalarını gösteren örnekler.