1946’ya kadar yasaktı Hac ibadeti. CHP’li tüm tek parti dönemi boyunca yasaktı. Meşhur 1946 seçimlerinde olumlu bir propaganda olarak serbestiyet getirilse de sıhhi sebepler, karantinalar derken 1950’ye dek sürdü bu Hac engelleri… Engeller kalktıktan sonra da zor ve meşakkatli bir ibadet olarak, şimdiki gibi yaygın değildi. Bizden önceki 2 nesil, uzaktan sevdi Kabe-i Şerif’i. Çocukluğumuzun Üsküdar’ında Hacca gidenleri, evlerinin pencerelerini veya kapılarını yeşile boyadıklarında anlardık. Böyle evlerin önünden geçerken, “bakın Hacılar gelmiş”, hoş gelmiş derdi Anneannem. Sonra hemen gözleri dolardı, o anda uçaktan daha hızlı bir şeye binerek derhal Mekke-i Mükerreme’ye ışınlandığını hissederdim. Bir an içinde Medine-i Münevvere’ye gider, Ravza’da Sevgili Efendimize selam verir dönerdi. Çocukluğum boyunca Hacca “içinden” gelip giderken burnunun direği sızlayanları çok gördüm ben..
Ninelerimiz çömlek bir ibrikte azıcık zemzem saklardı. Olur da Hak vaki olursa, o kuytu köşeden o çömlek ibrik çıkartılır, pamukla son nefesini vermekte olan kimsenin dudaklarına damlatılırdı.
Bin yılda bir ikram edilen bir hurma olursa, annemiz ve kız kardeşimizle o bir tek hurmayı paylaşarak büyüdük. Şimdi çok, her yerde var. Ama biz çocukken onu, Hz. Peygamber (sav) göndermiş zannederdik. Çekirdeği yere atılmaz, sandığa konurdu. Hac’ dan gelen uzak bir akrabamız, bize küçük tel yüzükler göndermişti, ne çok sevinmiştik, kardeşimle.. Kaybedene kadar hiç çıkartmadan takmıştık.
Hac, bizim çocukluk ilahimizdır. “Kabe’nin yolları bölük bölüktür” , “varamadım, varamadım, gül bahçene varamadım” ilahisinde ağlamayan yoktur bizde. Sonra büyüdük, bize de nasip oldu.
Ben ömrümde Beytullah kadar güzel bir yer görmedim. Meğer Dünya’nın bütün yolları, ona varmak için yürünürmüş. Yürürsün, yürürsün, nefsinle dağlar taşlar aşarsın da ancak varırsın eteklerine. Bir anne gibidir Beytullah. Bütün çocuklar, Dünya’yı gezip dolandıktan sonra ona varırlar. Sizi bekler O.. Allah’ın Evi’dir. Sevgili’nin Evi’dir. Orada yıldızlar gibi döner durur Hacılar. Dualar dualara karışır. Evini arayan sokak çocukları gibi koşarız ona. Kapıyı çalarız. “Lebbeyk” deriz. Buyur Allah’ım! Ağlarız.. ağlarız. Orada bir ağlama denizi var. O denizde yıkanmak kadar kalbe ümit veren bir şey yok. Allah tüm dua edenleri, Beytullah’ın menziline yönlendirsin..
***
Birleşik Arap Emirlikleri’nde büyükçe bir stadyuma toplanmış binlerce insan, beyaz giysili yaşlı adamı alkışlıyor. Tezahurat büyük. Derken prenslerden birisi, hasta bir kızcağızı okuyup, mesh etmesi için beyaz giysili o yaşlı adama götürüyor. Adam hasta kızcağızı boynuna asılı haç ile sıvazlıyor. Adam, Hristiyanların dini lideri Papa. Müslümanları “yenileşme”, “liberalleşme” adı altında bu şekilde sömürüyorlar. Tam bir çöküş ve çürümenin fotoğrafı!
***
Kibirli tavırlarıyla Kabe-i Şerif’in kapısında beliriyor bir adam. Elbiselerini savurmasından, kibrinden, karanlığından videodaki bu çirkin adamın Prens Selman olduğunu anlıyoruz. Şeytani ve oksimoron gülümsemesi, kendini bir şey zannederek böbürlenmesiyle tanıyoruz onu! İslam dünyasının utancı olan bir adam..
Ne arıyor orada?
İslam Âleminin mukaddesi üzerinde ne arıyor?
Allah Teâlâ, dünyadan hiçbir şeyi kendine nispet etmemişken, bir tek Kabe için “Beytullah” denir. Allah’ın Evi’dir Kabe..
Böyle olunca, Müslümanlarla o mimari-mukaddes bina arasında çok ciddi bir hukuk oluşuyor. Ayetlerle ve hadislerle sabit bu ümmet hukuku, bu kötü adam tarafından çiğneniyor. Yazıklar olsun!
Kabe’yi adeta esir etmiş bu kötü insana niçin müsaade ediyor İslam Alemi?