Tekinsizdir çöl iklimi. Kavurucu sıcakların ardından çıkan kum fırtınası, eşlik eden sağanak yağış ve birer yakıcı kırbaç gibi yeryüzüne inen yıldırımlar... Kabe duvarına dayanmış gazap trollerini andıran vinçlerden birisini tutup yere çalınca olanlar olmuş... Hacı namzedlerinin üzerlerine doğru büyük gacırtılarla kısa sürede çöküş... Bu yazı kaleme alındığında Mekke-ü Mükerreme’de vuku bulan vinç faciasından dolayı, Hakkın rahmetine uçmuş 107 insan olduğundan bahsediyordu dünya ajansları... Allah’ın mağfireti kuşatsın hepsini, ruhlarında ukdeleri olarak kalan hac tavaflarını, melekler tamamlasın...
Ne kadar zor, acı bu kadar tazeyken bir şeyler yazıp konuşmak. ‘’Kabe’’ ile ‘’Vinç’’ gibi birbiriyle bu kadar uyumsuz iki kelimeyi aynı cümlede kullanmak zorunda kalmak. Bu yüzden ikisinin arasına nokta koydum yukarıdaki başlıkta. Bitişmesin istedim ikisi. Vinç giremesin istedim Kabe’nin yanına. O vicdansız vinçlerle Allah’ın Evi’ni aynı cümlede kullanmamak kadardır benim bu konudaki itiraz gücüm. Çünkü ben, haccını tamamlayamayıp, son nefesini o ağır vinçlerin yıktığı taşların altında kaybedenlerin yanındayım. Kalbimde her şey yarım. Ruhum yarım. Gözüm yarım.
Çok da aldırmamaya çalışıyoruz aslında. Çünkü Beytullah’ın etrafındaki her şey akıp gidiyor. İnsanlar, kuşlar, bulutlar, evler, binalar, yollar hepsi değişiyor, gelip gidiyor, bitip, tükeniyor. Dünya Beytullah’ın etrafında habire yıkılıp duruyor. Ve hiçbirisine de tam olarak kalbinizi bağlamadan siz tavafa, Allah’ın Evi’nin etrafında ‘’buyur Allahım buyur’’ diyerek dönmeye ve yakarmaya devam ediyorsunuz... Burası kıyamet gibi. Her şeyin, etrafında bittiği, her şeyin fena bulup tükendiği bir sınır.
Gazap dolu inleyişleriyle, deprem zannedebileceğiniz gacırtılarıyla, zelzeleyi andıran yıkım çalışmalarıyla, hayatınızda belki de hiç görmeyeceğiniz büyüklükte Deccal’i andıran o vinçleri, o hafriyat araçlarıyla, Allah’ın Evi’nin misafirlerini ürperten bir mühendislik çalışması sürüyor Kabe etrafında... Her gün yeni bir şey daha eksilip, kayıplara karışırken, siz çocuklarınıza “işte, tam şuradaydı Zemzem kuyusu” diye anlatırken buluyorsunuz kendinizi mesela.Medine’de de benzeri bir elveda var uzun zamandır. ‘’İşte şurada Ashab-ı Suffe’nin yeri vardı, şurası da Hz. Fatıma’nın bahçesiydi’’ diyorsunuz çocuklarınıza, unutmasınlar, hep hatırlasınlar, onlar da kendi çocuklarına anlatabilsinler diye... Ama buralarda her şey kayboluyor işte. Cennet-i Baki, Uhud, dümdüzleşmiş kıraç halleriyle sessiz sedasız bir gurbet oluveriyorlar mesela. Hz. Hatice’nin ince bir ağaç altında ve uzaklarda kalmış kabrini gösteriyorsunuz çocuklarınıza sessizce ağlayarak: “İşte büyükanneniz Haticetül Kübra, oradadır...” Aceleyle bulup buluşturduğunuz bir kağıda çiziyorsunuz Safa ile Merve tepelerinin krokisini, şimdilerde upuzun bir mermer salonu andıran bu yola merakla bakan çocuklarınıza bir şeyler söylemek istiyorsunuz, Hz. Hacer’den bebeği İsmail’den bir haber taşıyıvermek...
İnsanız biz. Tedbirler, ibretler bizim için. Daha iyi hizmetler verebilmek adına düzenlenmiş planlarla dolu inşacı zihinlerimiz. Ama bir de tüm tedbir ve hizmet kaygılarımızı, çabalarımızı kuşatan Takdir-i İlahi var... Hem mimarinin hem de siyasetlerin üstünde, sanki o sessiz duruşuyla hiçbir işe karışmazmış gibi duran, kendini çok da öne çıkartmayan bir yazgı... Ama işte her şey onun içinde olup bitiyor. Tüm inşaatlar, tüm gidiş gelişler, herkesin kaydığı, solup tükendiği, akıp geride kaldığı bir ebedi veda...
Vaktin ikindi demlerindeyiz. Kıyamete yakın bu loş zamanlarında dünyanın, bitip tükenmek bilmeyen inşaat hırslarımız, gelişime ve büyümeye dair tutkularımız, bağımlısı olduğumuz konforlar, bizim gün batımındaki ağır sınavlarımızdan...
Her şey Tekasür Suresinde anlatıldığı gibi aslında. “Çoklukla övünmek kuruntusu sizi kabirlere kadar oyaladı” diyen Tekasür suresi. “Hayır bilmiyorsunuz, gerçekten bilmiyorsunuz bu gidişle cehennemi göreceğinizi” diyerek bizleri uyaran, bahşedilmiş nimetlerden sorgulanacağımızı hatırlatan o sure...
Vincin. Kabe’nin duvarlarını yıkarak hacı namzetlerinin üzerine yıkılış videosunu seyrettikten sonra Tekasür suresini defalarca okudum beynim sızlayarak, sabaha kadar uyuyamadım. Müslümanlar olarak bu inşaat hırsımız, taşa mermere, yükseğe ve büyüğe, çok ve fazla olana dair bu ateşli ihtirasımız, bir çağ yangını gibi tutuşturuyor her yanımızı...