17 Mayıs 2010: Türkiye ile Brezilya, İran’ı zenginleştirilmiş nükleer yakıtını Türkiye’ye emanet etmesi ve karşılığında Batı’nın da bilimsel araştırma ve enerji için gerekli nükleer çubukları temin etmesi konusunda ikna etti.
Anlaşma öncesi üç ülke de, ABD ve Avrupa’dan gelen ‘bu anlaşma yapılamaz, İran kabul etmez’ yönlü açıklama ve yayınların bombardımanı altındaydı. Son gün İran geri adım atmaya kalktı; anlaşma için Tahran’da bulunan dönemin Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva ülkesine dönmenin eşiğine geldi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Tahran’a giderek Başbakan Erdoğan’ın “Ya imzalarız ya da olacaklara katlanırsınız” mealindeki mesajını iletti; Türk, Brezilya ve İran dışişleri bakanları sabahın dördünde bir araya geldi ve 18 saatlik maratonun sonunda İran ‘vazgeçmekten’ vazgeçti. Ertesi gün Erdoğan Tahran’a giderek Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ve Lula ile birlikte imza törenine katıldı.
Batı’nın istediği olmuştu.
Ama ABD anlaşmayı kabul etmedi; ‘oyalama taktiği’ dedi ve BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a ambargo çıkarttı.
Lula’nın ABD’ye tepkisi sert oldu; “Bazıları düşman olmadan yaşayamıyor” dedi. Ardından ABD Başkanı Obama’nın anlaşmadan önce Lula’ya yazdığı mektup Brezilya basınına sızdı. 20 Nisan tarihli mektupta Obama,Lula’ya şöyle yazmıştı: “İran’ın düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumunun 1200 kilosunu ülke dışına göndermeyi kabulü güven inşa eder; bölgesel gerilimleri hafifletir. İran ise ihtiyaç duyulan tıbbi izotopları üretmek için istediği yakıtı alabilir.”
Zaten anlaşma da aynı şeyi öngörüyordu: “İran bir ay içinde 1200 kilo düşük düzeyde (yüzde 3.5) zenginleştirdiği uranyumu Türkiye’ye emanet eder; karşılığında Batı’dan Tıbbi araştırma reaktöründe kullanılmak üzere nükleer yakıt çubukları alır.”
Yani aslında Obama’nın istediği olmuştu.
Ama Washington bunu görmezden geldi. ABD’nin BM Büyükelçi Susan Rice, Başkan’ın mektubu için “Tek bir mektup ya da görüşme, tüm görüşmeleri ya da ortak anlayışı yansıtamaz” dedi. Deyim yerindeyse, Başkan’ın mektubu ‘kişisel görüşü’ydü, Washington’u bağlamıyordu!
İran’ı anlaşmaya ikna etmek ve ABD’nin yan çizmesi uluslararası alanda tartışma yarattı. Ortadoğu ve İslam dünyası üzerinde uzmanlığıyla bilinen gazeteci Stephen Kinzer’e göre; Türkiye ABD’ye “Irak’ta yarattığın kaosa bak, aynısının İran’da olmasını istemiyoruz; çatışmayı önleyecek bir yol var. Bizi dinleyin; çünkü bu yüzyıl Türkiye’nin de büyük güçlere dönüşeceği yüzyıl olacak” diyor; ancak ABD hala Türkiye’yi eski Türkiye olarak gördüğü için tavsiye almaya hazır değil; “Biz böyle bir yüzyıl istemiyoruz. Biz gücümüzü muhafaza edeceğiz” diyor. Türkiye kabuğunu kırmaya, ABD ise Türkiye’yi bu kabuğun içinde tutmaya çalışıyordu.
Kinzer, İran’la krizi çözmenin yolunun İsrail’e mesafe koymaktan geçtiğini vurgularken, “Bence bundan sonra, İran’la yeni ilişkiler kurmaya başlayıp, İsrail’in de dahil edilebileceği yeni bir güvenlik inşasını görebileceğiz” öngörüsünde bulundu.
Bu öngörü önceki gün bir ölçüde gerçekleşti.
Üç yıl önce Türkiye ve Brezilya’nın sağladığı anlaşmayı bu kez 5 BMGK üyesi ve Almanya sağladı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’le kucaklaştı; İsrail’in rahatsızlığını dikkate almadı.
ABD 2010’daki anlaşmaya sahip çıksaydı dünya 3 yıldır İran gerginliği yaşamıyor olacaktı; Türkiye sırf İran’dan enerji aldığı için ‘terörün finansmanının önlenmesi için yeterince çaba göstermeyen ülke’ listesinde olmayacak; bu yüzden yabancı sermayeyi kaçırmayacak; üstüne İran’la ticaretten para kazanacaktı.
ABD’nin gündemi “İran’la barışma”ya nasıl ve neden evrildi, bu tartışılacak. Ama son tahlilde Türkiye’nin de istediği oldu.
Bu günlerde, son üç yıldır “Türkiye İsrail’le ilişkilerini bozuyor, İran’a yaklaşıyor” diyenleri yeniden okumakta yarar var.
Hatırlıyor musunuz, o koronun tefe koyduğu bir isim vardı; hani İran’ın nükleer silah çabasından vazgeçmesi için hazırlık görüşmelerini yapan, bu yüzden önce İsrail Başbakanı’nın ‘İran yanlısı’ olmakla suçladığı?