Kamuda Kürtçe hizmet ve yargıda anadilde savunma haklarının en doğal haklar olduğunu söylemiş ve “bu haklar için 2023’ü beklemeyelim, çünkü bunlar gecikmiş haklardır” demiştim. Her iki konuda da yargı ve Hükümet çok hızlı hareket ediyor. Güneydoğu’da teröristlerle çatışmalar yoğun bir şekilde devam ediyor olmasına rağmen Ankara, geçmişten farklı olarak vatandaşının haklarını teröre rehin bırakmıyor. Bu son derece ümit verici bir gelişme ve devletin ne kadar olgunlaştığının da açık bir göstergesi.
Türkiye’nin bir diğer kronik sorunu olan darbe kültürünün aşılmasında da çok önemli gelişmeler yaşanıyor. Balyoz Davası darbe girişimlerinin dahi karşılıksız kalmayacağını kanıtladı. Eğer Türkiye darbe dönemlerinde sisteme şırınga edilen darbeye cevaz veren yasa ve yönetmelikleri de temizleyebilirse darbesiz bir Türkiye için dev adımlar atmış olacak. Aynı şekilde askeri okullardaki eğitimin darbeci anlayıştan çıkarılması ve sadece askeri eğitime odaklanılması yeni nesillerin bu hastalığa bulaşmaması için hayati bir girişim.
Bu saydıklarımızın hepsi Başbakan Erdoğan’ın AK Parti 4. Olağan Kongresi’ndeki konuşma metninde vardı. Erdoğan şu ana kadar yapamadıkları, ama 2023’e kadar mutlaka tamamlayacakları reformlar arasında bunları sayıyordu. Görebildiğim kadarıyla 63 maddelik bu listenin önemli bir kısmı çok kısa bir sürede hayata geçecek. Bu bağlamda Kürtçe kamu hizmeti ve yargıda anadilde savunma gibi darbe hukukunu ortadan kaldırmak ve askeri eğitimin değişmesi en hızlı yerine getirilecekler arasında duruyor.
Jandarma değişmeli
Erdoğan’ın konuşma metninde “Jandarmanın kolluk hizmeti sunan sivil bir yapıya dönüştürülmesi” maddesi de vardı. Fazla tartışılmadı, belki de yeterince dikkat çekmedi. Ancak jandarmanın yenilenmesi ve sivilleşmesi darbeciliğin aşılmasında belki de en kritik adımı oluşturacaktır. Çünkü bugüne kadar tüm darbe girişimlerinde jandarma generallerin en önemli aracı oldu. Örneğin tüm Türkiye’nin fişlenmesi jandarmanın iç hukuktaki yetkileri ve personel ağıyla mümkün oldu. Jandarmanın kolluk, istihbarat ve diğer yetkileri sayesinde darbeciler tüm ülkede neredeyse sınırsız bir hareket özgürlüğü kazandılar.
Jandarma birçok ülkede kaldırıldı, tüm kolluk hizmetleri polise verildi. Kaldırılmadığı ülkelerde ise ‘kır polisi’ olarak yapıyor. Bizde ise jandarmanın 3 farklı görevi var: 1) Kırsal alan polisi, 2) Askeri görevler, 3) Adli görevler. Aslında bu görevler birbiriyle çelişiyor ve aynı kurumda birleşmesi zor görevler. Özellikle askeri görevlerin sınırları iyi çizilmiş değil. Kâğıt üzerinde İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan jandarma fiiliyatta Genelkurmay’a bağlı olarak çalışıyor.
Jandarma, Ordu içinde de kendisini geliştirebilecek yetki ve imkânlara sahip değil. Örneğin bir Harp Okulu dahi yok. Bu nedenle Jandarma sınıfındaki subayların kuvvet komutanı olması mümkün değil. Bu anlamda Jandarma bugüne kadar hep geride kaldı, belki de kendisini ikinci sınıf hissetti. Görev tanımındaki karışıklık da jandarma personelini mutsuz etti. Anlayacağınız jandarmanın kendisi de mevcut durumdan memnun değil.
Oysa jandarma, özellikle kırsal alanda bu kadar suçun ve şiddetin yaşandığı bir ülkede güvenliğin temini için olağanüstü önemde bir kuruluş olmalıydı. Nitekim son dönemde üzerindeki baskılar azalıp, gerçek gündemine dönmeye başladıkça jandarma da ülke güvenliğine gerçek katkılarını sunmaya başlıyor. Son aylarda özellikle Jandarma Özel Harekât terörle mücadelede harikalar yaratıyor. Başka bir deyişle ‘jandarma reformu’ sadece darbeleri engelleyen güçlü bir önlem olmayacak, aynı zamanda iç güvenliğin temininde jandarmayı daha da güçlendirecek.
Bu bağlamda ‘jandarma reformu’ mutlaka jandarmanın İçişleri Bakanlığı’na fiili olarak da bağlanmasını içermelidir. İkinci olarak jandarma zorunlu askerliğini yapan acemilerle kolluk görevini yapmaktan artık vazgeçmeli, tüm kademelerinde profesyonelleri çalıştırmalıdır. Ayrıca jandarmanın askeri rolü de artık ortadan kalkmalıdır.