Gelir adaletsizliği ile lüks tüketimi gösteren rakamlara sık sık bakarım.
Türkiye İstatistik Kurumu ile benzeri yabancı kuruluşların yayınladığı son rakamlara baktığımda şu tabloyla karşılaştım.
Türkiye’de aylık geliri 416 liranın altında, 520 liranın altında ve 624 liranın altında olan en yoksul üç insan grubu var.
Ve bu en yoksulların toplamı 17 milyon kişi kadar.
Buna karşılık lüks tüketime yılda 5.5 milyar lira harcayan 77 bin kişi var.
Bunlar her şeyin en pahalısını, en gösterişlisini, en süslüsünü almak için birbirleriyle yarışıyorlar.
Bebekleri için üretilen pırlantalı biberonlar ile emzikleri, köpekleri için üretilen pırlantalı tasmaları kapışıyorlar.
Bunların laiki de Süslüman’ı da böyle.
Malumunuz dindar zenginler Süslüman’a dönüştü son senelerde.
Laiki, Süslüman’ı ile bunlar, sosyal yardımlarla geçinen, çöplüklerden beslenen insanlara aldırış etmeksizin lüks içinde yüzmekte.
Peki gelir adaletsizliği bu durumdayken, bu duruma en başta itiraz etmesi gereken sendikalarımız ne alemde?
Maalesef sendika yöneticilerimiz de lüks içinde yüzmekte.
Sendika yöneticilerinin sağcısı da solcusu da böyle.
Bir ülkede gelir adaletsizliğine karşı verilecek mücadelede sendikaların işlevi önemlidir.
Sendikalar patronlara karşı emekçilerin hakkını savunması, onların emeklerini sömürtmemesi için var olan örgütlerdir.
Ancak patronların emekçileri sömürmemesi için var olan sendikalar, maalesef sendika ağalarının emekçileri sömürdüğü bir hale gelmişlerdir.
Emekçilerin sendikalara verdikleri aidatları kendisi için kullanıp Amerikalı zenginler gibi yaşayan sendika ağaları türemiştir.
Bu sendika ağaları, emekçilerin maaşlarından kesilen aidatlarla lüks yaşamlar sürer, pahalı arabalar edinir.
Pahalı araba deyince, aklımıza ilk olarak Genel Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Şemsi Denizer gelir.
Kendisi solcu bir sendika başkanı olarak bilinir.
Şemsi Denizer, ekmek parası için yerin yedi kat altında çalışan maden işçilerinden sendikaya kesilen aidatlarla, kendisine dünyanın en pahalı arabalarından Jaguar’ın en pahalı modelini almıştı.
Sendika başkanları lüks makam arabası meraklısıydı; ama bu o güne kadar bir sendika başkanının aldığı en lüks arabaydı.
Şemsi Denizer bu arabayı makam aracı olarak değil, gizli gizli bindiği bir keyif aracı olarak kullanacaktı.
O nedenle aldığı bu Jaguar arabayı Türk-İş’in garajında saklamıştı.
1993 yılıydı; ben o sırada Sabah gazetesindeydim.
İşte Türk-İş’in garajında gizlenen o Jaguar arabayı ortaya çıkartan benim.
Benim o Jaguar arabayı ortaya çıkartıp yazmam üzerine Türkiye ayağa kalkmıştı.
Ve Türkiye çapında oluşan büyük tepki sonucunda, Şemsi Denizer emekçilerin parasıyla aldığı o Jaguar arabayı satmak zorunda kalmıştı.
Peki bu olay üzerine sendika başkanlarının lükse düşkünlükleri azaldı mı?
Bu olayın oluşturduğu tepki nedeniyle geçici olarak azalsa da bir süre sonra yeniden arttı.
Bugün de lüksüne çok düşkündür sendika başkanları.
Şimdi bu lüks düşkünü sendika başkanlarına bakarak şu soruyu sormalı.
Sendika başkanlarının bile lüks düşkünü olduğu bir ülkede, lüks tüketimin önü alınır mı?
Sendika yöneticilerinin bile emekçileri sömürdüğü bir ülkede, gelir adaleti sağlanır mı?