Gelişmiş ülkeler insan kaynaklarını en iyi biçimde değerlendirmeye çalışırken başka ülkelerin yetişmiş insan güçlerini kendi ülkelerine transfer ederek, beşeri sermayelerini güçlendirmektedirler. ABD başta olmak üzere birçok gelişmiş ülke, yurtdışından ülkelerine okumaya gelen parlak beyinleri ülkelerinde tutmak için her türlü desteği veriyor. Türkiye’de verimliliğin temeli insan, uzunca bir dönem ihmal edilmişti. İnsanı merkeze almayan gelişim anlayışı, yetişmiş insan gücünün kaybedilmesine neden oldu. Türkiye artık bu anlamda yeni bir değişimin içine girdi.
Aslında bir şirketin en büyük sermayesi, elinde bulundurduğu yetişmiş beşeri sermayesidir. Ama ne yazık ki şirketlerimiz, sahip olduğu bu beşeri sermayeyi yeterli değerlendirememektedir. Aslında bu ülkemizin genel bir sorunudur. Türkiye yetişmiş insan gücünden yeteri kadar yararlanamadığı için, bu durum ülkemizde yaşanan beyin göçünün önemli sebeplerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemiz yurt dışına beyin göçü verirken, kentler de yetişmiş nitelikli işgücünü başka kentlere kaptırmaktadır. Rekabet potasındaki kentlerde yetişmiş işgücünün elde tutulaması, o kentin gelişimini olumsuz etkiliyor. İzmir’in yeniden insan kaynaklarına ana merkeze alan bir değişime ihtiyacı vardır. Çünkü İzmir’de nitelikli beyin gücünü kaptıran önemli kentlerimizden birisidir. Yetişmiş beşeri sermayesini başka kentlere kaptıran İzmir’in potansiyelinin altında kalması, başka faktörlerle birlikte değerlendirilmesi gerekse de önemli unsurlardan birisinin insan kaynakları ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Oysa İzmir, altyapı ve potansiyel olarak ülke üzerinde büyüme hızını yakalayabilecek güce ve imkana sahiptir. En başta yetişmiş işgücü piyasasına sahiptir. Büyüme hızında geride kalıyor, işsizlik rakamları ülke ortalamasının üzerinde seyrediyorsa bu kentin gündeminde bir insan kaynakları sorunu olduğunu göz ardı edemeyiz. İzmir gelir endeksinde 2001 yılında Türkiye ortalaması üzerinde iken, bu oranın giderek azalması ile gelir endeksinde 150’den 126’ya gerilemesi birçok Anadolu kentinin yükselişini iyi analiz etmemiz gerekir. Ulusal gelirde İstanbul yüzde 21’den 28’e, Ankara yüzde 7,6’dan, 8,4’e yükselirken, İzmir’in ulusal gelirdeki payının yüzde 7,5’ten 6,7’ye gerilemesini merkezi hükümetlerden pay alamadı mazeretleri tek geçeli argüman olamaz. Nitekim İzmir’de kurumların iş gücü, istihdam ve beşeri sermaye alanında yaptıkları analizlerde bu gerçekleri ortaya koymaktadır.
İzmirli şirketler ne yazık ki büyük bir çoğunlukla çalışanlarına yatırım yapmamaktadır. Bu nedenle de İzmir şirketleri insan kaynağı dönüşüm hızında ülke ortalamasının üzerinde bir rakama sahiptirler. Bu kadar hızlı insan sirkülasyonunun olduğu şirketlerde sağlıklı büyüme ve gelişme göstermesi beklenemez.
İzmir ucuz işgücü ile yeterli gelişmesini ve kalkınmasını sağlayamaz. Ucuz emek ve işgücü İzmir’li şirketlerin en büyük sorunlarından sadece birisidir. Çünkü yetki, sorumluluk gibi diğer birçok konuda beklentilerine karşılık bulamayan nitelikli iş gücü kenti terk etmektedir.
İzmir artık bu algıları değiştirmek zorundadır. Kurumsallaşamayan şirketleri, gelişmemiş profesyonellik, PR ve medya planlaması kavramlarından uzak duran, içe kapanık, şeffaflığa ve insan kaynaklarına yeterli önemi vermeyen, şirketlerinde İnsan kaynağı dönüşümü Türkiye ortalamasının üzerinde olan, ucuz işgücü kenti algısı bu kentin gelişiminin önündeki engellerden sadece birkaçıdır.