Yönetmen Reha Erdem’in son filmi Şarkı Söyleyen Kadınlar festivallerden sonra bu hafta gösterimde. Erdem’in filmografisi içinde tartışma yaratacak bir film...
Reha Erdem, Türk sinemasının en özel yönetmenlerinden biri. Korkuyorum Anne, Beş Vakit, Hayat Var gibi muhteşem filmleri hediye etti bize... Daha sonra da Kosmos, Jin ve bu hafta gösterime giren Şarkı Söyleyen Kadınlar ile devam etti. Filmlerindeki duyarlılık ve sinematografisi beni hep heyecanlandırmıştır. Bunun yanında Erdem, stabil bir yönetmen de değil. Sürekli bir değişim geçiriyor ve evriliyor. Bu noktada ‘değişim’ ise en çok dikkat edilmesi ve tartışılması gereken durum. Son üç filmindeki mistisizm ve doğaüstü göndermeler, filmlerinin belki de en çarpıçı şekilsel dışavurumu. Aslında bu ilk filminde bile var olan bir durumdu ama kutu içinde ‘saklı’ydı sanki... O kutunun kapağını parçalayıp dışarı çıkmak için bekliyordu. Kosmos ile çıkışını yaptı, Jin ile devam etti, Şarkı Söyleyen Kadınlar’da zirve yaptı! Son filmden yola çıkarsak, evrildiği yönün Bela Tarr sinemasına yaklaştığını görürüz. Kesinlikle iki yönetmenin çok farklı dilleri var ama sinematografilerin belli belirsiz birbirine yaklaştıkları yerler de yok değil. Bu örnek önemli çünkü Reha Erdem’i eleştirirken filminde neyin eksikliğini hissettiğimi daha iyi ifade etmek istiyorum.
Macar yönetmen Tarr’ın Torino Atı çok uzun, kasvetli ve tekrarlardan oluşan bir film ama o tekrarlar bize filmin özünü seyretmekten çok hissettiriyor. Yani olabildiği kadar evrensel bir konuyu bir patates ve at üzerinden tekrar tekrar anlatıyor. Bu noktada hayatın sefil gerçekliğinden kaçacak bir yer bırakmıyor izleyiciye. Gelelim Reha Erdem’e... Onun filminde de tekrarlar var ama o kadar odağı kaymış ve konular çokluğunda sıkıştırılmış ki izleyici neye odaklanacak belli değil. Tekrarın izleyici üzerindeki etkisi Torino Atı’ndaki gibi olmuyor. Sadece siyasetten varoluşa savrulan izleyiciye, yerine düzgün yerleştirilmemiş bir yapboza bakma hissi veriyor.
ERKEK KARAKTERLER HEP ACIMASIZ!
Filmin bütün göndermelerinin ve metaforlarının dışında çıplak konusunu söylemek gerekirse basın bültenindeki tanımı size tekrarlayayım: “Muhtemel bir deprem nedeniyle İstanbul’un adalarından birinin boşaltılmasına karar verilmiştir. İnsanlar akın akın oradan ayrılır ancak küçük bir kesim bu karara uymayarak kalmakta ayak direr. Etrafta kıyamet arifesini andıran bir atmosfer hüküm sürerken geride kalanlar için hayat koşulları günden güne zorlaşacaktır. Film, yaşamları farklı engellerle sıkıştırılmış bir grup kadının, inanç, cesaret ve enerji ile hayatın farklı boyutlarına yaptıkları insani serüvenlerine eşlik ediyor.” Filmin tanıtımı bu ama seyrettiğimiz zaman görüyoruz ki Erdem dertlerini kadınlar üzerinden değil erkekler üzerinden anlatıyor. Onun hayalleri ve masalsılığı kadınlarda vücut bulmuş ama varoluşsal sorgulaması, hayata dair eleştirileri tamamıyla erkek karakterlerde kendini gösteriyor; Hayat Var ve Jin’de de olduğu gibi... Erkek karakterler hep acımasız ve dramatik... Dolayısıyla hayatın gerçekliği ve karmaşıklığı söz konusu olduğunda biraz karikatürize kalıyor bu durum. Ve son filmlerdeki politik söylemler... Hayatın kendi politikasının dışında bildik siyasi politika bu filmlere yedirildiğinde Jin gibi hilkat garibesi bir durum ortaya çıkıyor. Gerçeklikleri sorgulanmamış propaganda sahneler... Siz tutup Burgazada’ya, Cumartesi Anneleri’ne gönderme yapmak için kayıp oğlunun resmiyle dolaşan bir kadın koyduğunuzda ‘eklenti’ oluyor. Film siyasi politika anlamında sürekli sonuçsuz ve yetersiz çığlıklar atıyor. Bu çığlıklar ise adadaki o ‘Cumartesi Annesi’nin, Binnur Kaya’nın, Deniz Hasgüler’in çığlıklarına karışıyor. İzleyici ise Reha Erdem’in mucizeleri ve olmamışlıkları arasında sıkışıyor.
FİLMİN KÜNYESİ
Yönetmen ve senarist: Reha Erdem
Oyuncular: Binnur Kaya, Philip Arditti, Kevork Malikyan, Deniz Hasgüler.
Tür: Dram
Yapım: 2014, 128 dak. (7+)