Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Kürt meselesi bahsinde dile getirdiği görüşleri o pozisyonda daha önce kimseden duymadık. Cesaret isteyen cümleler kurdu. Arınç gibi, natıkasına ve belagatine hakim bir politikacıdan duyulduğunda bu sözler daha da büyük değer kazanır.
Özetle şunları söyledi:
“Ben bir BDP’li kadın milletvekiline (Gülten Kışanak) kızıyordum, çok beddua ediyordum. Ama, artık kızmıyorum. Çünkü 17 yaşında genç kız iken Diyarbakır Cezaevi’nde ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki, ben de aklıma gelse dağa çıkardım. Çünkü Diyarbakır Cezaevi’nden çıkanların yarısı dağa gitti...”
Devamında da Abdullah Öcalan’ın öyküsünü anlattı:
“3 kişi Anadolu’dan gelmişler; Durmuş, Abdullah ve Yakup. Ankara Tapu Kadastro Meslek Lisesi’nde arkadaşlık yapıyorlar. 3’ü de namaz kılıyorlar, inançlı insanlar. Uşaklı Durmuş Yılmaz, bu ülkede Merkez Bankası’nın başkanlığını yapıyor. İkinci arkadaş Yakup İnce, Konya’dan yetişmiş bir mühendis. Üçüncü de Abdullah Öcalan... Türkiye’nin son 50 yılını bu tablonun içinde görebilirsiniz.”
Arınç’ın bu yaklaşımı kendisini Kürt kimliğiyle tanımlayanların duymaktan memnun olacağı cümlelerdir. Asla, dağa çıkmayı meşrulaştırmamakta, aksine dağa çıkış nedenlerini sorgulamaktadır. Ayrıca, Diyarbakır Cezaevi’nin PKK’yı doğurduğu, PKK şiddetini motive ettiği bir sır değildir ve ilk kez Başbakan Yardımcısı tarafından da söylenmemiştir. Kürt meselesinin kısa ve uzun tarihinin her yerinde bu analiz yapılmıştır.
Asıl mesele, analizin kendisi kadar o analizdeki empati duygusudur. Kürt kimliğinin inkarını bitiren bir siyasi kadronun üyesi, bu sözleri sarf edebiliyorsa buradan çıkacak tek anlam, yürüttükleri projenin gerçekten “kardeşlik” olduğuna inandıklarıdır... Salt politik bir perspektif değil, aynı zamanda karşısındakinin trajedisini anlayan, anladığını da kamuoyuyla paylaşmaktan çekinmeyen sahici bir yaklaşım var demektir.
Arınç’ın cümlelerini, STAR’da yayınlanan diğer Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın “Görüşmeler sürecek ve terör bitecek” şeklinde özetleyebileceğimiz sözleriyle birlikte değerlendiriyorum ve iyimserliğim artıyor. Yaşanan onca acıya rağmen hem siyasi hem de insani bir çözüm perspektifini kaybetmemiş olmak Türkiye’nin en büyük sermayesidir.
Ne yazık ki hala kaygı verici olan haller vardır. BDP’nin bir türlü bitmeyen öfkesi gibi...
BDP’li milletvekilleri, bir şekilde iyimserlik havası estiğinde ve demokratik bir zemin doğmaya başladığında rahatsız oluyorlar. O havanın dağılması için özel bir çaba sergiliyorlar.
Arınç’ın bir ölçüde siyasi risk de alarak sarf ettiği sözlere verilen cevaplarda da bu çabanın izleri vardır. Olur da bölgede iyimserlikle karşılanır diye, nereden gelirse gelsin, nasıl ifade edilirse edilsin herhangi bir iyimser mesaja karşı şaşılacak kadar hızlı bir refleksleri var.
Bu küçük parantez bile Kürt meselesinde şiddeti dışlamak için Kürt siyasetindeki gergin dille mücadele etmenin de ne kadar büyük bir mesai gerektirdiğini gösteriyor.