Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay 3. Dairesi arasında başlayan tartışma, 6'lı Masa sakinleri tarafından ruh çağırma seansına dönüştü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve Cumhur İttifakı'na saldırmak için aradıkları fırsat doğmuş gibi ayaklandılar.
Hadise şu; Anayasa Mahkemesi, Gezi Kalkışması davasında 18 yıla mahkûm olduktan sonra TİP'ten milletvekili seçilen Can Atalay'ın tahliyesini istedi.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, bunun üzerine Can Atalay hakkında hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.
Başta CHP'nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel, Mayıs seçimlerindeki yenilginin havasını dağıtma hamlesi yaptılar.
Hep birlikte "Yargı eliyle Anayasal darbe teşebbüsü" var diye ayağa fırladılar. Davutoğlu, Karamollaoğlu, İYİ Parti, DEVA, DP, HDP, TİP; sanki son kalelerini kaybediyorlarmış gibi paniklediler...
Sade suya tirit kabilinden durduğu yeri belli etmemeye çalışanlar da oldu. "Yargı krizi iyi bir şey değildir", "Yüksek yargının kendi arasında kavga etmesi de hiç hoş olmuyor..." diyenleri de gördük.
Evet, iyi ki Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Dağılmış zihinleri, şaşırmış arkadaşları, yalpalayan isimleri bir güzel toparladı.
Dünkü konuşması; yargı erki arasında kriz gibi gösterilmek istenen, aslında Türkiye Yüzyılı'nın önündeki en büyük meselelerden biri olan hayatî problemi en çarpıcı şekilde ortaya koydu.
Özetlemeye çalışacağım.
1. Güçlü ve büyük Türkiye'nin önünü kesmek için kurulan tezgâhlar, oynanan oyunlar, daha net bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de darbe dönemlerinin ürünü anayasa meselesidir. Gerçekten de Türkiye, Milli Mücadele dönemi hariç, milletin ihtiyaçlarının ve taleplerinin ürünü bir anayasaya hiç sahip olamadı. Darbecilerin ve ideolojik saiklerle onlara destek olan kimi kesimlerin, ülkeden ve milletten kopuk gündemleri çerçevesinde şekillenen anayasalara mahkûm edildik. Uzunca bir süredir sürekli ülkemizin yeni, sivil, özgürlükçü bir anayasaya olan ihtiyacını ifade etmemizin sebebi, işte bu mahkûmiyeti sona erdirmektir.
Darbecilerin bundan 41 sene önce Türkiye'ye biçtiği gömlek, yapılan 20'yi aşkın tadilata rağmen 2023 Türkiye'sine artık dar gelmektedir.
2. Türkiye'de yüksek mahkemeler dâhil hiçbir organ, hiçbir kurum layüsel değildir, eleştirilemez değildir. Anayasa Mahkemesi, verdiği kararlardan dolayı mesul tutulamaz diye bir şey yok.
3. Bu defa farklı bir sorunla karşı karşıyayız. Anayasa'nın 104'üncü maddesi, Cumhurbaşkanı olarak bize, yürütmenin başı olma yanında, 'Devlet Başkanı' sıfatıyla, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin etme görevi de vermektedir. Dolayısıyla biz, bu tartışmada taraf değil 'hakem' konumundayız.
4. Birileri bu meseleyi hukuk devleti ve anayasa hükümleri çerçevesinde tartışmak yerine, hemen en iyi bildikleri vesayet, darbe, işgal kavramlarının arkasına saklanarak sulandırmaya çalışıyor. En büyük özellikleri darbe çığırtkanlığı yapmak ve vesayetin kanatları altında palazlanmak, 15 Temmuz Destanı'na 'kontrollü darbe' iftirası atmak olanlardan, başka bir tavır beklemenin beyhude olduğunun farkındayız.
Aynı çevreler, daha düne kadar, Anayasa Mahkemesi'yle, Yargıtay'ıyla, Danıştay'ıyla, İstinaf'ıyla, ilk derece mahkemeleriyle tüm yargı kurumlarımızın mensuplarına ağız dolusu hakaret ediyorlardı. Bugün bakıyorsunuz, başka telden çalıyorlar. Emin olun, yarın bir başka sebeple bugün göklere çıkardıkları kurumları ve kişileri yerin dibine batırmaktan çekinmezler. Çünkü bunların gündemi, soruna çözüm üretmek değil önüne arkasına bakmadan her konuyu siyaseten fırsata çevirmektir...
Milletimiz olan bitenin farkında. PKK'yı, FETÖ'yü unutturmaya, Öcalan ve Pensilvanya'daki elebaşına bile Meclis kapısını aralamaya kalkanlara fırsat verilmeyecektir.
Yargı krizi değil, yargı üzerinden devlete savaş açanlara karşı 15 Temmuz ruhu var...