Bir sabah kalkıp şu haberi almak isterdim: Dünyadaki tüm savaşlar sona erdi. Hiçbir terör saldırısı olmadı, bundan sonra da olmayacak. Kapital sahiplerine kayıtsız şartsız boyun eğmiş devletler gezegendeki doğal afetlerin artmasını engellemek için bütün önlemleri almaya başladı.
Oysa hep terörist saldırısı haberleriyle, ölü ve yaralı sayılarıyla dehşete düşüyoruz... Bombaların çoğu da Ortadoğu’da patlıyor. Süregiden savaşlar ve çatışmalar yetmezmiş gibi üstüne bir de terör çöküyor üstümüze. Dünyadaki her bir silah üreticisini durdurmadıkça huzur göremeyeceğiz. Ölmeyi ve öldürmeyi kutsayan, şiddeti bir mücadele biçimi olarak gören o ölüm tacirleri, o zalim yaratıklar dünyamızı cehenneme çeviriyor.
Bir film festivalinin keyifli ortamında bile üzerimize çöktü terör belası...
Malatya Film Festivali’nde iki yıldır çok ilginç Filistin - İsrail buluşmaları yaşıyoruz. İki halkın sinemacılarının aynı barış diliyle konuştuklarına tanık oluyoruz. Kimsenin kimseyi herhangi bir nedenle ayırt etmediği iyimser ortamın içinde insana “her şey daha güzel olacak”mış gibi geliyor. Ortadoğu’nun her yanından konuklar akraba gibi bir arada vakit geçiriyor. Birbirinin filmlerini izleyip olumlu yorumlarını dile getiriyor.
Sonra televizyon ekranlarında art arda korkunç haberler beliriyor: Beyrut’ta patlama, Mısır’da patlama, Bağdat’ta patlama. Onlarca ölü, yüzlerce yaralı. Hep birlikte o ekranlara bakakalıyoruz... Şu an oralarda değiliz ama olabilirdik. Sevdiğimiz insanlar, meslektaşlarımız, tanıdıklarımızın yakınları orada olabilir.
***
Malatya Uluslararası Film Festivali’ndeki Uluslararası Jüri Üyemiz Hania Mroue’yi bugün apar topar yolcu ettik. Ödül töreninden affını rica etti çünkü bütün ailesi Beyrut’ta bombalı saldırıya uğrayan İran Büyükelçiliği civarında oturuyor! O buradayken çocuğuna bakan annesi, İstanbul’da iki konser verdikten sonra iki gece de Malatya’ya konuk olup dönen müzisyen eşi, kardeşleri, kuzenleri, komşuları kılpayı kurtuldu! Yakınlarından olumlu haber alana dek aklı çıktı...
Festival’in özel film gösterimler yaptığı ve bir sinema merkezi inşa etmeyi planladığı mülteci kampındaki Suriyelilerin de aklı hep ülkelerinde... Artık devrildiğini kabullenmek istemeyen bir diktatörle onun ordusuna karşı videolarını internette yaydıkları vahşice yöntemlerle savaşan isyancılar arasında kalan masum sivillerin perişanlığını düşünüyorlardır her gün... Geride bıraktıkları yakınlarını, evlerini, işyerlerini, okullarını, atalarının mezarlarını düşünüyorlardır. Dönenler yanıp yıkılmış, bölünmüş bir ülke bulacak. Acaba yeniden orada huzur ve birlik içinde yaşamaları mümkün olacak mı?
Ne Suriye, ne Gazze Şeridi, ne Irak, ne Mısır duruluyor... Öte yandan deprem kuşakları ya da kasırga etki alanları üzerinde olduğuna bakılmaksızın insan yerleşimlerine izin verilen, hatta nükleer santral inşa edilen coğrafyalar doğal afetlerle yok oluyor! Hava, su ve toprak para ve iktidar hırsından gözü dönüp doğayla inatlaşan insana haddini hududunu bildiriyor. Aşılmaması gereken sınırları aşmanın bedelini elbette bilinçsiz ve günü kurtarma derdindeki kitleler ödüyor. Kendilerini koruyamayan, haklarını arayamayan yoksullar, hastalar, yaşlılar, bebekler ödüyor.
Bu açıdan baktığınızda hiçbiri doğal afet sayılmaz. Aslında her biri insan eliyle yol açılan bir felaket. O yanlış yerleşimler, o dayanıksız inşaatlar, kimyasallar sızdıran, radyasyon yayan tesisler, bir de üstüne önlem alınmayıp geç uyarıda bulunulması da terörden farksız.
İnsanları uyaran, uyandıran, bilinçlendiren, içini sevgi ve merhametle dolduran, iyilik ve bilgelik yolunu gösteren, dünyadaki bütün sistem hatalarını eleştiren şahane filmler yapılıyor. Onları izledikçe keşke diyorum, bu güzel ve bilinçli sinemaseverlerin yanı sıra o zalimlere de ulaşabilsek... İyi filmlerin yanında kötü haberleri hiç almasak...