İttifak siyasetin bir aracı olarak hedeflere ulaşmada yardımcı bir unsur. Peki, ittifak bir araç olmaktan çıkıp yegane siyaset teknolojisine dönüşürse ne olur? Başka bir ifade ile siyaset yapmanın yerini sadece ittifaklar kurmak alırsa nasıl bir tablo ortaya çıkar?
Taksim olaylarından bu yana siyasette ittifak haritası oldukça hareketlendi. Haritanın bu kadar hızlı değişmesi karşısında seçmen davranışlarında oluşan güven krizini şimdilik bir kenara koyalım. Yaşanan değişimin aktörlerine ve ittifaktan siyaset çıkarma umutlarına odaklanalım. BDP sol-liberal aydın patronajının, MHP ise son ‘genel seçim’ kampanyasında doğrudan karşısına almak durumunda kaldığı ‘okyanus ötesinin’ tahriklerine son dönemde de fazlaca kapılmadığından, 30 Mart öncesi ittifak tartışmasında ayrı bir yerde değerlendirilmelidir. Geriye kalan aktörler CHP ve Gülen Grubu’ndan ibarettir.
CHP’nin ‘ittifakla imtihanı’, 2011 seçimleri sonrasında kongrelerle ortaya çıkan parti içerisindeki ‘paralel yapıları’ bir ittifak stratejisi olarak kodlamasıyla başlamıştı. Aynı anda Kürt meselesinde çözümü savunan isimlerle Kürt’ün varlığını bile kabul etmeyenleri, en fanatik Kemalistlerle liberal isimleri bir çatı altında tutma çabasında da görünen ‘ittifak arayışına’ şahitlik etmiştik. Bu arayış, farklı kesimlerden isimlerin partide temsil edilmesiyle farklı kesimlere kestirmeden ulaşılacağı, dolayısıyla da bir ‘siyaset üreteceği’ zannından kaynaklanmaktaydı. CHP daha da ile giderek, 30 Mart seçimlerinde, hangi ilde CHP’ye hangi ilde CHP dışındaki partilere oy verileceğinin çizelgesini bile teşkilatlarında dolaşıma soktu. AK Parti karşıtlığının ürettiği bu pozisyonun, ittifak coşkusu içerisinde bir siyasete tekabül ettiği hala düşünülmektedir.
Benzer bir ittifak haritası Gülen Grubu tarafından da son günlerde yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bütün taktiklerini AK Parti karşıtı pozisyona göre belirlemenin tabii bir neticesi olarak ittifaklara mesiyanik bir anlam yüklenmektedir. Güzelim teori oldukça basittir. AK Parti ile sıfırdan mücadele etmek yerine, AK Parti karşısında en güçlü olan parti veya adaya destek verilerek aradaki açık kapatılmaya çalışılacaktır. İttifaklar, CHP ve Gülen Grubu açısından elbette sadece yerel seçimlerle sınırlı da değil. Ülke içerisinde, belli sermaye ve medya grupları da son on yıl boyunca defalarca ‘bu sefer gidiyor galiba’ duygusuyla çürük tahviline yatırım yapıp batmalarına rağmen, kendilerini ittifakın bir yerinde olmaktan alıkoyamamaktadırlar. Her iki aktörün, ülke dışında da ittifak arayışları, başka başkentlerle, Suriye, El-Kaide, İsrail, İran, ifade hürriyeti, internet, yargı bağımsızlığı vb. tercümesi en kolay başlıklar üzerinden hızla kurulmaya gayret edilmektedir.
Defineci gayretkeşliğiyle kendi çizdiği ittifak haritasından siyasi bir hazineye ulaşmayı bekleyenler, aslında siyasetin zahmetli ve riskli dünyasından kaçmaktadırlar. CHP açısından evdeki bulgurun gideceği bir yer olmadığı için her türlü pirinç macerası rasyonalize edilebilecek durumdadır. Gülen Grubu açısından ise başarısının ölçüsü AK Parti’ye karşı mücadelesinden alacağı neticenin şiddetine dönüşmüş durumdadır.
Hal bu olunca her iki aktörün de başı sonu belli bir gelecek vizyonu ve siyaset ufku için fazlaca endişelenmelerine gerek kalmamaktadır. Bu durum siyasetin yerini ittifak teknolojisiyle doldurma çabasını oldukça makul göstermektedir. Son tahlilde, başarısızlıkta siyaseten hesap vermek durumunda olmadığını düşünen iki aktörden bahsediyoruz. CHP ülkenin yegane kurtarıcısı olduğunu düşünen Kemalist cemaate, kurtulmuşluk dünyasında yaşayan Gülen Grubu da seçilmiş cemaatine bir hesap vermek durumunda olduğunu düşünmemektedir. Hakiki bir siyasi aktör olmamanın maliyetiyle yüzleşecek cesareti göstermedikleri sürece ittifak taktikleri revaçta kalmaya devam edecektir.