2023 yılı sadece Cumhuriyetimizin 100.yıl dönümü olması hasebiyle özel bir tarih değil; seçim takvimi 2023'ü Türk siyasi hayatında kritik bir dönüm noktası haline getirdi. Bununla beraber geçtiğimiz yüzyıldan kalan sorunların devam ettiği bir dönemdeyiz.
Muradımız demokrasiyi siyasetin merkezine yaymak. Daha katılımcı ve şeffaf bir Türkiye'yi ikinci asra taşımak. Ancak bu koşuya talip ittifaklar, içinde bulunduğumuz koşullardan haberdar mı? Türkiye ikinci yüzyıla köklenmiş bir çınar gibi girebilecek mi? Geriden gelen yapısal sorunlarını devam ettirecek mi? Bu sorulara cevap ararken dünyanın durmadığı, yeni ittifaklar ve bileşkelerin kurulduğu, kıtalar aşan ticaret savaşlarının bizi teğet geçmeyeceği hesaba katılmalı.
1946 seçimlerinden beri bütün müdahalelere ve vesayet mekanizmalarına rağmen seçimlere, siyasal hayata katılıma ilginin giderek arttığına tanık oluyoruz. 12 Eylül'ün faillerinin yargılandığı, 28 Şubat generallerinin apoletlerinin söküldüğü, 15 Temmuz'un FETÖ'cü maşalarının müebbetle yargılandığı günlerden geçiyoruz.
Suriye krizi, 2015 Hendek olayları, 15 Temmuz kalkışması, PYD/YPG/SDG tehdidi, DEAŞ, FETÖ diasporası, Ukrayna gerilimi, Kıbrıs'ın geleceği, Libya süreci, Karabağ savaşı, Doğu Akdeniz'deki enerji transferi gibi birçok mesele yakın geçmiş ve geleceğin gündem başlıklarını oluşturmakta. Bunların yanı sıra siber-terör, yapay zekâ, denetimsiz sosyal medya gibi teknoloji çağının başlıkları da 2023'e doğru gündemimize girmiş durumda.
Saydığımız dosyaların bir kısmı 'beka meselesi' olarak Cumhur ittifakının varoluş sebebi ve iç siyasetteki bileşkede söylemin ana merkezi. Millet ittifakı ise bu başlıklara has tutumlar sergileyemediği gibi birlikte bir karşı çıkış da gösteremiyor. Problemlerin abartıldığını ve ülkemizi ilgilendirmediğini söyleyen muhalefet, dış politikadaki bazı başlıklara eski konseptin kayıtsızlığı içinde duyarsız kalıyor.
Millet ittifakının kısmen açık kısmen gizli ortakları olduğu gerçeğini biliyoruz. Temel varoluş sebeplerini ise dış politik perspektifle ilişkilendirmek mümkün. Dış politikada Batı merkezli bakışa uyum sağlamak Millet ittifakının ana bileşenlerini birbirine yaklaştırıyor. HDP'li Garo Paylan'ın NY Times'ta Karabağ savaşı sırasında Türkiye'yi Azerbaycan'a silah satmakla ve savaşı kışkırtmakla suçlaması hassas bir meseledeki derin yarıklardan sadece bir tanesi.
2023'e doğru beka sözcüğünün anlamı ise elbette geçen asırdaki gibi yalnızca toprak egemenliğine indirgenemez. 'Beka' için E-ticarette, dijitalleşmede, salgınla mücadelede, enerji ve lojistik hatlarının korunmasında, kripto parada, siber-terörde, tekno-faşizmde yöntemler ve yaklaşımlar da değişmek zorunda.
Siyasetçiler dünyada olup bitenlere seyirci kalıyor ve Türkiye'nin çevresinde olup bitenleri okuyamıyorlarsa, istihbarat örgütlerinin kurguladığı akımları/kült yapıları fark etmiyorlarsa korumaya talip oldukları değer, misyon ve ideolojik kimliğin artık önemi kalmıyor demektir.
KÜRESEL SİYASETİN DEĞİŞİMİNE DAİR BİR NOT
2007 yılında Emre Taner'in arşivlerimize giren konuşması küresel siyasetteki değişimi özetleyen bir ipucuydu.
Kurumun 80. Yıl dönümünde yaptığı konuşmadan kısa bir not:
"21. yy güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemi ve etkinliğini hiç olmadığı kadar arttırmıştır. Önümüzdeki dönemde de uluslararası sistemin, kuralları belirlenmiş stabil bir yapıya kavuşacağını ummak ve bu yönde tanımlamalar geliştirmek faydasız bir uğraş olacaktır. Son derece kaygan bir zemin üzerine oturmuş uluslararası ortamda Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiili çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Orta Doğu'nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır. Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya'ya açılan alanlarla da bağlantılıdır. Bu üç bölgenin ve Orta Asya'nın birçok bakımdan küresel politikaların ve "rol" savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda 21. yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan söz konusu olmakta ve bu durum Türkiye'nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/ kazanacağını göstermektedir. Bu süreçte Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da "bekle-gör-tavır al" taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlamayla (kendi konumu ile ilgili) taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye'ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır. Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle değerlendirmek durumundadır. Elbette bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir."