Benjamin Disraeli’nin meşhur sözüdür; "Üç çeşit yalan vardır: Yalan, kuyruklu yalan ve istatistik."
Rakamlarla her şeyi birbirinin tam aksi istikamette anlatabilirsiniz. Adeta 6 rakamı gibidir istatistik, bir başka açıdan da 9 görür, gösterebilirsiniz.
Aynı verilerle muhalefet ülkenin ne kadar geriye gittiğini gösterirken, iktidar da işlerin ne kadar iyi gittiğini anlatabilir.
Bir eleştiri, bir de özeleştiri yapacak olursak, rakamları, sonuçları, olayları rasyonel değerlendiren, eğriye eğri, doğruya doğru diye anlatabilecek kimse kalmadı, ne entelektüel çevrelerde, ne akademik camiada ne de medyada.
TV’de bir tartışma programında bir kişiyi gördüğünüzde söylediklerini dinlemenize gerek bile yok. Kimi eleştirdiği de peşinen belli, kimi parlattığı da.
Mesela son günlerde sosyal medyada çokça konuşulan bir TEDx videosunun konuşmacısı. New York University’de akademisyen olan Selçuk R. Şirin.
Suriyeliler konusundan tutun da eğitim sistemine kadar çokça konuda önemli tespitler yapıyor. İstatistiklerle konuşuyor, rakamları dillendiriyor.
Bütün bunlardan çıkardığı ilk çözüm ve çıkış yolu ise “İtiraz et”.
Aynı Selçuk Şirin’in Milliyet’te Anıl Süral’a verdiği röportajda şöyle bir diyalog var;
- Soru: OECD’nin PISA testlerinde Türkiye hep sonlarda yer alıyor. Önlemler alınmıyor mu?
- Cevap: Bilmiyorum önlemlerin alınıp alınmadığını. Fakat sonuçlara baktığımız zaman kötü yerlerdeyiz. OECD’nin sıralamalarında hep en sonlardayız. Demek ki dünya ile yarıştığımız noktada iyi değiliz.
Şimdi düşünüyorum. Ardahan’ın Göle ilçesinden çıkmış, bu topraklarda yetişip ABD’de akademisyen olmuş bir isim, Türkiye gerçeklerine bu kadar hakim iken devlet politikalarını, vizyonunu, projeksiyonunu bilmemesi neyle açıklanabilir?
Bir adım öteye gidelim, YOL AYRIMINDAKİ TÜRKİYE diye bir kitap yazmış, Türkiye’yi uçurumun kenarında gören ve bu konudaki endişelerini (?) sürekli dile getiren bir kişinin vatanını, milletini, ülkesini sevdiği sonucu çıkar değil mi? (Ki kimsenin vatanseverliğini ölçmek ya da değerlendirmek benim haddim değildir)
İlginç, ülkesini gerçekten seven ve önemseyen bir akademisyen en çok eleştirdiği konudaki devletin politikasını kendi deyimiyle “bilmiyor”.
***
Nereye varmak istiyorum? Anlatayım.
Akademisyenliği, köşe yazarlığını, bilim insanı olmayı kısacası yaptığımız her ne iş varsa onu kendi siyasi ideolojilerimizin emrine vermiş durumdayız.
Konferanslar, yazılar, araştırmalar; hepsi bir işaret tabelası: “Oylar X Partisine” / “Sakın ha Y partisine oy verme”.
Oysa bilim adamları, aydınlar, yazarlar, çizerler, akademisyenler kişilerin siyasi görüşlerine yön vermek yerine devletle, devleti yönetenlerle irtibatta olup devlet politikalarına ve hükumetin uygulamalarına yön vermelidir.
Bu bir çağrıdır.
En çok eleştirenler, politikaları beğenmeyenler, “Bilmiyorum” demek yerine irtibat kurun.
Tek parti iktidarında da olsak hükumetin politikalarına katkı sunmak o partiden olmak demek değildir.
İsim isim saymayacağım ama bilgisi, entelektüel seviyesi yüksek olan herkese sesleniyorum. Felaket tellallığı, yandık-bittik mahvolduk edebiyatını kahvehanelere bırakalım.
Hükümet AK Parti’nindir ama memleket bizimdir, hepimizindir.
“AK Parti yıkılsın, batsın, bitsin de ne olursa olsun” diyor yaptıklarınız, aman dikkat!
Siyasi partiler, sen-ben demek, insanı içinden çıkarırsak bir bina kalır geriye bir de tabela.
Bu kadar dar bir kalıba, bir parti binasına sıkıştırmayın düşüncelerinizi.
Hangi görüşten olursa olsun bir araya gelebilelim, kurumların kapısını çalabilelim, “şu endişelerimiz var, bu konularda önerilerimiz var” diyebilelim.
“İtiraz et!” diyorsunuz.
Ben de buna itiraz ediyorum.
İtiraz etmek, beğenmemek, kusur bulmak, yanlışlamak kolay olanı.
Var mısınız ittifak etmeye?
Yıkmak kolayı, var mısınız yapmaya?
Müzakere etmeye, el uzatmaya, uzlaşmaya?
İşte o zaman dönecek Türkiye yol ayrımından güzel günlere...