Bir tarafta, tarihinde ilk kez Avrupa kupasına katılan bir takım... Öbür tarafta; UEFA Kupası’nı kazanmış, üstelik Süper Kupa’yı da kaldırmış bir takım var... İnsan bu durumda; kulüp kariyerinde rakibine büyük fark yapan tarafın, sahada olması gereken açık üstünlüğünü arıyor. Fakat böyle bir şey olmadı.
Maç; Östersund’un rakibinden ürkmeyen, özgüvenli ve net üstünlüğü ile başladı. G.Saray sürekli pas hataları yapıyor, sağ kanadında Linnes’i adeta tek başına ve kaderine terk edilmiş bir şekilde bırakıyordu. Adam maç oynanırken kulübeye isyan etti.
***
Evet, onlar kendi liglerinin ortalarındaydı, biz ise daha başlamamıştık. Doğru dürüst tatil bile yapılamadı. Üstelik İsveç’te hava soğuktu...Bu olumsuz şartlara rağmen; Galatasaray’ın zorluğun üstesinden gelebilecek bir tecrübeye sahip olması gerekirdi.
Zaten çok az rakip ceza alanına girebildik. Onda da Gomis iki pozisyon buldu. Birinde topa vuramadı, ikincisinde çok kötü vurdu... Gomis’in başka da bir etkinliği, becerisi ya da umut veren bir girişimi olmadı. Anlayacağınız; devre büyük bir hayal kırıklığı ile kapandı.
***
İkinci yarıda hissedilir bir G.Saray canlılığı hissedildi ama, bunun pozitif etkileri görülmedi. İsveç takımı; top kendinde olduğunda ve G.Saray’a geçtiğinde, önceden belirlediği iki farklı oyun kurgusunu ısrarla ve büyük bir disiplinle sürdürüyordu. Bu da, G.Saray’ı prangalayan bir durumdu... İşini sıkı tutan Östersunds, sonunda aradığı golü de buldu. Arkasından ikincisi de geldi. Şaşılacak, kahrolacak ve hata utanılacak bir durumdu ama; ne yazık ki adaletli bir gerçekti.
Galatasaray dün geceki oyunuyla; haftaya tur atlasa bile, acısı uzun süre unutulmayacak bir yara açtı.