Başbakan Erdoğan, hiç olmadığı kadar açık konuştu önceki gün.
Önce sivil irade ve insani olarak durdukları yeri işaretledi: “Biz halkın önünde hesaba çekileceğimizi biliriz. Mahşerde hesaba çekileceğimizi de biliriz. AK Parti yolsuzluklara göz yummaz. Zira bunu yaparsa varoluş zeminini ortadan kaldırmış olur.”
Sonra tespitini yaptı: “Bu yolsuzluk soruşturması değildir, millete karşı tezgahtır. Bu bir ihanettir, vatana ihanettir ve bunu acımasızca yaptılar. Apaçık bir ekonomik suikaste uğradık. Diyarbakır’da Barzani ve Şiwan Perwer’in katılımıyla oluşan tabloya da suikast düzenlendi. Bu olay ulusal bir operasyon değildir, bu olayın uluslar arası boyutu vardır. Uluslar arası boyutta bunun en tepe noktası vardır ve ulusal bazda bunun taşeronları vardır. Türkiye içinde bir takım merkezler bu kirli komploda maşa olarak kullanıldı. Şu 9 gün turnusol kağıdı olmuştur. Biz bu medyayı ve iş çevrelerini çok yakından tanıyoruz. Kimin değirmenine su taşıdıkları açık açık ortaya çıkmıştır.”
Ardından da adını koydu:“Devlet içinde maalesef böyle çeteler var. Demek ki bu güne kadar çetelerle yaptığımız mücadele yeterli olmamış. Yeni Türkiye’de yeni vesayetlere yer olmayacak. Devlete paralel yapılanmalar olmayacak. Yeni Türkiye’de maşalar eliyle milli iradeye suikastler yapılmayacak. Şer görünende hayır vardır. Bu süreç Türkiye’nin yeni bir İstiklal mücadelesidir.”
Bunu nasıl yapacağını da açıkladı: “Biz hukukla hareket edeceğiz. Çürükleri temizleriz.”
Ve kararlılığını gösterdi: “En sert cevabı vermezsek bu komploların benzerleri yapılmaya devam edecektir. Milletimi bu komploya karşı tavır almaya çağırıyorum. Mesele Türkiye’nin ekonomisidir, bağımsızlığıdır.”
Bu mücadelenin, sadece ‘hukuk içinde’ değil, aynı zamanda ‘demokrasiyi güçlendirerek’ yapılacağını da vurguladı: “1- Reformlarımızı çok hızlı yapacağız. 2- Çözüm sürecini çok daha hızlandıracağız. 3- Meselesi olan her kesimin sorunlarını daha hızlı çözeceğiz.”
Ve ‘dua’ ile bitirdi: “Ya millet ya zillet. Temeni ederem ki, Rabbim zillet içinde olanları da zilletten kurtarsın.”
Bir vatandaş olarak yerim belli: Seçime birkaç ay kala yapılan şeyin ‘yolsuzluk operasyonu’ olduğuna inanmam. ‘Tarihi yolsuzluk’ diye niteleyenlerin de inanmadığını önceki yazılarından biliyoruz. Hem bir değil, iki seçim ve bir referandum öncesi yazdıklarından... ‘Velev ki’ yolsuzluk var, yolsuzlukla mücadele edecek diye desteklediğim iktidar eğer yolsuzluk olmadığına beni ikna edemez veya yolsuzluk yapanı söküp atmazsa hesabını çok değil 3 ay sonra soracağım seçim geliyor. Üç ay beni ‘uluslar arası komplo’ veya ‘siyasete operasyon’ diye ‘kandırmışsa’, 4 ay sonra da cumhurbaşkanlığı seçimi var. Hadi yine başka bir ‘büyük kavga’ çıktı ve ben de ‘sivil’ diye kerhen destek verdim; 8 ay sonra bu kez genel seçimde karşıma gelecek. Ve vatandaş olarak seçebildiğim, hesap sorabildiğim yegane ‘temsilcim’e ‘darbe’ vurma hakkını, ne seçimine, ne atanmasına, ne de yaptığı işlere müdahale edemediğim, dokunamadığım, hesap soramadığım hiçbir kuruma vermem!
Bu kadar...
Önceki geceyi tam da bu ‘dokunulmaz’ bürokraside çıkan krizle geçirdik. STAR’ın manşetini iyi okuyun. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, savcının , gizli ve dolambaçlı işlerini açıkladı ve dosyayı ondan aldı. Başbakan’ın ‘bana gelmeye çalışıyorlar’ dediği ‘düzenek’ işte bu... Aynı anda HSYK’da bir ‘grup’ da savcıyı koruyan ‘bildiri’ yayınlıyor..., ‘savcı yanlış yaparsa biz ceza veririz’ diyor.
Ne zaman?
- Siyasete operasyon tamamlandıktan sonra mı?
- İnsanların siyasi ve ticari itibarları kameralar önünde, gazete manşetleriyle yerle bir edildikten sonra mı?
- Siyasi muhalefete yeterince ‘malzeme’ ikram edildikten sonra mı?
Neresinden tutsanız tutarsızlık...
Aslında yazının konusu ‘kabine değişikliği’... İçişleri Bakanlığı’na, ‘bürokrasi ağının tepesinden’Efkan Ala’nın, Adalet Bakanlığı’na da ‘yargı darbeleriyle mücadele’nin içinden gelmiş Bekir Bozdağ’ın getirilmesine işaret edecektim.