Türk edebiyatının önemli kalemlerinden Memduh Şevket Esendal Kâbil'de büyükelçimizdi. 1934 yılı Temmuz sonlarında Türkistan Mücadele Birliği'nin Meşhed Temsilcisi olan Müftü Sadreddin Han ve Sekreteri Yoksul Mahmut, Kâbil'e gelirler. Görüşmelerinde Türkistan'daki gençlere el vererek Türkiye'ye eğitime gönderilmesi kararı alınır. Bu karar uygulanmış; onlarca genç Türkiye'ye getirilmiş okutulmuş, kimi geri gitmiş, kimi başka ülkelerde yaşamına devam etmiştir.
1938 yılında Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti'nin kurucularından Mehmet Emin Buğra Türkiye'de okumaları için Büyükelçi Memduh Şevket Esendal'a 9 kişi emanet eder. Esendal Atatürk'e telgraf çeker ve durumu izah eder. Gelenlerin eğitimiyle bizzat ilgilenilir.
Emekli Tuğgeneral Rıza Bekin o çocuklardan biriydi. Kendisiyle sohbetlerimde bu hikâyenin ve daha pek çok hatırasının detaylarını paylaşmıştı. Rıza Paşa Türk Silahlı Kuvvetlerinde birçok kademede çalışmış ve yurtdışı görevlerde de bulunmuştu. Türkistan davasını Türkiye'de ve dünyada diri tutan merhum Rıza Bekin Paşa birçok gencin yetişmesine katkı sağlamıştı.
Soğuk savaş dönemlerinde bizde biraz ihmal edilmiş sözleri vardır Atatürk'ün. Sovyet Devrimi savaşın kaderini değiştirmiş ve Mustafa Kemal Paşa gayet stratejik bir zekâ ile Lenin'le diyaloğa geçmişti. Lenin'in gönderdiği silahların savaş zamanı ne kadar işimize yaradığını izah etmeye gerek yok herhalde. Üstelik saldırmazlık anlaşması da yapılmıştı. Stalin dönemi ise Sovyet modelinin emperyalizme evrildiği bir dönemdi ve bu coğrafyadaki Türklerin canları yanacaktı. Atatürk, etrafındaki dış Türkler dediğimiz aydınların da katkısıyla geleceği ön görüyordu:
"Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi. Tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir. Ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli." (1933)
Şimdi Atatürk'ün bu ifadelerini Karabağ zaferi, Şuşa Beyannamesi, Türk Konseyi gibi birçok başlıkla anlama zamanı. Türkiye soğuk savaş sonrası uyumamıştır ve bedenine dar gelen ceketi çıkararak yolunda yürümektedir.
Herkesin kendine göre bir Atatürk'ü var elbette. Tarihteki güçlü liderleri istediğiniz yere çekebilirsiniz. Çünkü onlar bu dünyada yokturlar ve sizin cımbızla çekeceğiniz sözleri yahut yaşam tarzları ile ancak zihninizde sınırlandırma hakkınız olabilir.
Oysa Atatürk içinde bulunduğu koşullar içinde bir Türk liderinin misyonunu yüklenmiş ve gelecek yüzyıla ödevler vermiştir. Durağan değil dinamik, uyuşuk değil aktif siyaseti bize önermektedir. Misak-ı Milli hepimizin üzerinde bir mesuliyettir ve siyasi tercihlerimizin ötesinde ecdadın bize yüklediği misyondur.
Şimdi Atatürk'ün en önemli vasiyeti Cumhuriyetin 100. yılına giderken tartışmasız ülkemizin gündeminde birinci sıradadır: