MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Alman istihbarat servisi BND’nin şefi Gerhard Schindler, “yüzleşme” için bir araya geldiklerinde, o odada bir gazeteci olarak bulunmayı çok isterdim. BND’nin Türkiye’yi 2009 yılından itibaren (acaba? ya öncesi) hedefe neden oturttuğunu öğrenmek için değil, o iş zaten üç aşağı-beş yukarı belli, Soğuk Savaş yıllarında benzer kaderi yaşamış ama “yeni dünyada” çok farklı kimliğe bürünen iki teşkilatın hesaplaşmasını izlemek için...
MİT ve BND, dünyanın ABD-Sovyetler Birliği hattında ikiye bölündüğü Soğuk Savaş yıllarında “müttefikler arasındaki işbirliği” kavramı çerçevesinde Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA’nın “stratejik uzantıları” olarak değerlendirildiler.
2. Dünya Savaşı sonlandığında Almanya işgal altındaydı, doğal olarak “ulusal kimlik taşıyan” bir istihbarat servisine sahip değildi. Sovyet kontrolündeki Doğu Almanya’da 1950 yılında Sovyet istihbarat örgütü KGB’nin kontrolünde kurulan STASİ, istihbarat tarihinin dış operasyonlar açısından en saldırgan ve en kuralsız istihbarat servisi olarak tanımlanır. Özellikle, 1957’de Markus Wolf’un başına geçmesinden sonra bu istihbarat örgütü, NATO üyelerinin başına büyük belalar açmıştı. KGB’nin sızamadığı bütün noktalara sızmayı başaran, işi, ülkenin efsanevi başbakanlarından Willy Brandt’ın en yakınına ulaşmaya kadar vardıran bir yapıya sahipti.
Almanlar, geleneksel olarak istihbarat dünyasının “senyörleri” arasında yer alırlar...
Artık ben de varım
Almanya’nın diğer kanadındaki Amerikan işgal yönetiminin izniyle Hitler’in generallerinden Reinhard Gehlen tarafından temeli 1946 yılında atılan, 1956 yılında da resmi bir kuruma dönüşen BND’nin başlangıç öyküsü ise STASİ’ye karşı işi dengelemeye dayanıyordu. Bu nedenle, BND, Soğuk Savaş yılları boyunca CIA’nın doğal uzantısı olarak görev yaptı. Bu, o dönemin koşullarında son derece doğal karşılanan bir durumdu ve MİT’in Soğuk Savaş yılları tarihine baktığınızda da benzer bir yapılanmayla karşılaşırsınız. “NATO müttefikleri”arasındaki işbirliği CIA’nın talep ettiği bilgilere “müttefik istihbaratlar” aracılığıyla kolay ve hızlı ulaşmasına, buna karşılık muhataplarından gelen bazı talepleri ise “iyi ama, bu sizinsorumluluk alanınızda değil ki” mantığıyla karşılamasına dayanıyordu.
Ortak düşman KGB ve STASİ gibi bağlantılı örgütleriydi ve mücadele CIA’nın kontrolünde sürüyordu. Örneğin, MİT’in aynı dönemdeki belalısı, Bulgar gizli servisi CSS’ydi, özellikle 70’li yılların Sovyet destekli istikrarsızlaştırılma döneminde iki teşkilat büyük kavga vermişti...
Soğuk Savaş bitti, yeni bir dünya kurulmaya başlandı, Almanya ve Türkiye bu yeni dünyadaki yerlerini almaya başladılar, haliyle istihbarat örgütleri de... Almanya, iki dünya savaşı kaybetmiş, Soğuk Savaş yıllarını bölünmüş ve işgal altında geçirmiş bir ülke olarak yeniden eski iddiasına kavuşmanın yollarını açarken, Türkiye, Birinci Dünya Savaşı sonrasında sıkıştırıldığı uzun süreli dar köşenin dışına çıkmaya çalışıyordu. Başardılar. Bu nedenle Fidan-Schindler yüzleşmesi, yeni kimlikleriyle “ben de varım” diyen iki teşkilatın şeflerinin buluşması olması nedeniyle önem kazanıyor.
İlginç bir tarih
Almanya, Merkel’in telefonunun bile Amerikan istihbaratı tarafından dinlendiğinin ortaya çıkmasından sonra sert tepki gösterdi, hatta, işi, Berlin’deki CIA istasyon şefini ülkeden atmaya kadar vardırdı. Türkiye ise kendi bünyesine yerleştirilmiş olduğunu söylediği bir “casusluk şebekesine” dönük seri operasyonlar düzenliyor. Bütün bunlar bir tesadüf olabilir mi?
Artık “müttefiklerin” birbirlerini izledikleri çok özel bir dönem yaşıyoruz. Aslında istihbaratçılık “sahte kimliklerin” geçerli olduğu, kimsenin kalıcı düşman ve dost kabul edilmediği çok özel bir dünyadır. Kimseye gözü kapalı güvenemezsiniz. Asıl olan bilgiye ulaşmaktır ve bunun, hiçbir ahlaki kuralı yoktur, bunu da en iyi o teşkilatların şefleri bilirler!.. Yaşadığımız, bilinenin medyaya yansımış halidir...
Zaten karşılıklı olarak birbirlerinin neler yaptığını bilen ve birbirlerine hiçbir zaman güvenmeyen insanların yüzleşmesinden kalıcı bir kriz çıkar mı, hayır...
Biliniz ki, Türkiye’nin yalnız Almanya ile değil, tüm “küresel güçlerle” yolları kesişecek ve istihbarat dünyasının sisli bulvarlarında bizim öğrenemediğimiz çok çatışma yaşanacaktır.
“İddia sahibi olmak” böyle bir kavram...