Bugünlerde Marmaray treninde imdat kolunu kimin çektiğiyle veya milletvekillerinin kıyafetiyle daha çok ilgileniyoruz ama etrafımızda başka önemli şeyler de oluyor. Mesela son zamanlarda Suudilerin kendilerinden hiç beklenmedik şekilde Amerikan politikalarını eleştirmeye, hatta zaman zaman meydan okumaya yönelmiş görünmeleri bütün dünyanın merakla izlediği konulardan biri.
İki yakın müttefikin aralarının açılması evvelemirde ABD ile İran arasındaki yakınlaşmaya bağlanıyor. Bu doğru. Çünkü Suudilerin bölgede birçok alandaki en önemli rakibi ve hatta hasmı durumundaki İran’ın ABD ile sorunlarını çözmesi Riyad’ın bölgesel mevzilerini kaybetmesi demek. Ama Suudiler ABD-İran yakınlaşması için sadece bardağı taşıran damla diyorlar. Suudi dış politikasını fiilen yönetmeye başladığı ileri sürülen güçlü istihbarat şefi Bender’e dayandırılarak söylendiğine göre, Suudiler en başta Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesine göz yumduğu için ABD yönetimine bozulmuşlar. Sonra Suriye’de muhaliflerin silahlandırılmasına engel olduğu için; son olarak da kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle Esed güçlerini vuracağını açıkladığı halde Rusya ile anlaşıp bundan vazgeçtiği için...
Mısır örneği ilginç. Biz hani batı ülkelerine kızıyoruz ya “darbeye darbe demediniz” diye... Suudiler ise tam aksine Mursi yönetimini deviren askeri darbeye yeterince destek vermediği için kızıyorlar müttefiklerine. Washington’un -bize göstermelik gibi görünen- askeri yardımı kısma kararını kendilerine yönelik hasmane bir tutum olarak görüyorlar.
Suudi Arabistan’ın doğal müttefikleri var. Başta Körfez emirlikleri olmak üzere Ürdün, Mısır gibi devletler aynı hassasiyetleri paylaşıyorlar. Bir de İsrail yer alıyor bu blokta. Buna dikkatinizi çekerim! Hem İran’la ilişkilerde atılan adımlar hem de bölgedeki politik mimarinin değişmesine göz yumduğu, daha doğrusu İhvan çizgisindeki grupların önünü açtığı gerekçesiyle Obama yönetiminden şikâyetçi her iki ülke de.
Bunların Amerika içinde de müttefikleri var. Hatta belki de bütün bu işlerin kökü Amerika’daki iktidar mücadelelerinin içine uzanıyor. Bu arada MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden Türkiye’yi hedef alan kampanyanın Suudilerin Obama’ya kafa tutan çıkışlarından ayrı değerlendirilmesi de doğru değil belki. Obama yönetiminin Ortadoğu politikalarını kendi çıkarlarına tehdit görmeyen tek bölge gücünün Türkiye olması tesadüf olamaz.
Tam da bu noktada ABD medyasında birbiri ardınca çıkan Hakan Fidan yazılarıyla ondan bir süre sonra çıkmaya başlayan Prens Bender yazılarını mukayese edin. Mukayeseye arka arkaya hem Fidan hem de Bender üzerine yazan Washington Post yazarı Davidİgnatius’dan başlayabilirsiniz.
Mesela PrensBender üzerine yazdığı yazıda Fidan ve Türkiye hakkında yazdıklarının aksine “Amerikan yönetiminin gücendirdiği değerli bir müttefikin nasıl yeniden kazanılabileceğini” tartışıyordu. Bu çok dikkat çekici bir ayrıntı ama benim dikkatimi başka bir şey çekti: Suudilerin gönlünü almak için -bu ülkeyi iyi tanıyan bir dostunun önerisi olarak söylüyor- yetkili birinin hemen uçağa atlayıp Riyad’a giderek doğrudan kralla görüşmesi lazım diyor. Çünkü kral “tribal” biri ve böyle şeylerden etkilenir. Bu işi yapmak için ise CIA Başkanı John Brennan’ın biçilmiş kaftan olduğunu söylüyor. Çünkü Brennan 90’ların sonlarında Suudi Arabistan’da CIA istasyon şefi olarak görev yapmış ve kralla iyi ilişkiler kurmuş. O olmazsa George Tenet olsun diyor. Eski CIA başkanının da meğer Kral Abdullah’la çok yakın ilişkileri varmış.
Suudi kralının Amerikalı istihbaratçılarla bu kadar yakınlığı olması ilginç tabii ama bir gazetecinin aklına ülkesiyle başka bir ülke arasındaki ilişkileri düzeltecek arabulucu olarak sadece istihbaratçıların gelmesi de ilginç.
Galiba bu konulara yine devam edeceğiz.