Eğer yeni başlığı altında bir oyun kurgunuz varsa ve eğer bunun için geçmişte ayaklarınıza pranga olan zihniyet ve onların pratiği olan yapılardan kurtulmanız gerekiyorsa; değişimin tüm alanlara sahici biçimde nüfuz etmesini sağlamak zorundasınız.
Kuşkusuz, değişim her yapıya aynı kolaylıkla ve hızla nüfuz edemez. Ancak ‘oyun kurucu’ olarak başarılı olmanın belki de en kritik virajı, değişime direnen yapılar üzerinde kararlı adımlar atmaktır.
Türkiye’de bürokrasi; değişiyormuş gibi davranmayı, ayak uydurmayı, karşısındaki güç zaaf gösterdiği anda hareket alanını hemen genişletmeyi çok iyi bilen, öte yandan kolayca ittifak kurup, hızla bir yenisine yelken açan bir karaktere sahip. Bu zihniyetin belki de en geniş hareket alanı bulduğu yerler, istihbarat ve güvenlik alanında, doğası gereği kapalı kapılar altında faaliyet gösteren yapılar.
***
İstihbarat deyince kimin aklına ne geliyor, bilemem. Ama Türkiye’de istihbarat başlığı altında yürütülen faaliyetlerle, aynı başlık altında devam eden tartışmalar arasında gerçek bir bağ olup olmadığından kuşkuluyum.
Ülkemiz gündeminde yer alan güncel bazı başlıklar gösterdi ki, bu alanda faaliyet gösteren kurumlarımız, sanıldığından çok daha fazla operasyona, sızmaya ve yönlendirilmeye müsait. Rekor bir sürede tamamlanan son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar, bir bakıma bu durumun artık bir varoluş sorunu haline geldiğini gösteriyor.
Türkiye’de yaşanan muazzam değişim dalgası, kapalı kapılar ardında varlığını sürdüren istihbarat kurumlarına ne kadar yansıdı; bunu gerçekten bilmek kolay değil. Bazı akıl yürütmelerle ve az önce bürokrasi üzerinden yaptığımız tarifle, bu kurumların başındaki isimlerin vizyonu ve gelecek tasavvuru ile geçmişten gelen yapı arasında hayli fark olduğunu tahmin edebiliriz.
Peki sorun bundan mı ibaret? Yani değişimin daha sahici ve kalıcı olmasına engel olan, sadece bu yapıların geçmişten bugüne taşıdığı zihniyet mi? Mesela sözkonusu olan istihbaratsa, bu alanı besleyen kanallar gerçekten açık ve zengin mi? Filmler, diziler, hepsinden önemlisi tüm bunlara kaynaklık edecek bir edebiyattan, toplamda bu alana ait ciddi bir birikimden söz edebilir miyiz ? Okur yazarların, entelektüel hayatın bu alana ilgisi ne düzeyde?
***
İstihbarat adına konuştuklarımızın önemli bölümünün, pahalı ama akıl fukarası dizilerden, onların içine yerleştirilmiş ucuz komplo teorilerinden, bunların ardına sığınıp kendisine ‘derin pozlar’ veren hokkabazlardan oluştuğu bir ülkede, bu kalitenin yükselmesini beklemek biraz hayal olsa gerek. Hele istihbaratla edebiyat arasındaki ilişkinin, yerlerde süründüğü bir ortamda bunu konuşmak bile abes.
Türkiye’de entelektüel hayatın bu alanlara katkısı neredeyse yok hükmünde. Sizi eninde sonunda getirip bürokrasinin ufkuna teslim eden bir kuraklık bu.
İstihbarat akıldır, oyundur, oyun kurmaktır. Hayal gücüdür, edebiyattır, ufuktur. Beklenmeyeni öngörmek, bekleneni yerinden oynatmaktır. Türkiye’nin önündeki yol haritası, en çok bu alanda kazaya uğrayabilecek kadar hassas ve engebeli. Böyle bir yola çıkıyorsanız, bunları tartışmak, konuşmak ve bu alanı besleyecek tüm kanalları açık tutmak zorundasınız.
Oyun kurucu olmak, sadece siyaset ve bürokrasinin sorumluluğunda değil. Okur yazarların elini taşın altına sokmaktan bu kadar ürktüğü bir ülkede bunu anlatmak hiç kolay değil.