İstemek, başarmanın yarısıdır derler... Beşiktaş, beklediği başarının yarısını, daha baştan cebine koymuştu. Çünkü istiyordu ve iyi oynuyordu. Ama biraz zaman geçince, Kayserispor “Ben de istiyorum” diye devreye girmeye başlayınca, temposuna tampon konulmuş oldu. Ama maç da iddialı hale geldi.
Atağı başlatmak, kurgulamak ve geliştirmek konusunda Kayseri’nin daha çok “Takım oyunu” örgüsü içinde olduğunu söylemeliyiz. Beşiktaş’ın etkin olması, daha çok kişisel yetenek farklılığındandı. Mesela evsahibi hücum pres uygularken, Kartal’ın böyle bir derdi yoktu. Bu yüzden, rakibi sahasından çıkarken ön direnişle karşılaşmadı. Kayseri, Beşiktaş’ın üzerine gelirken engellere, barikatlara, zorlamalara takılmıyordu. Kolay geliyordu ama, kolay geldiğini kolay da harcıyordu.
Beşiktaş o denli müsrif değildi. Ofsayt şüphesi içindeki golünü atarken, Almeida ve Oğuzhan’la farkı çoğaltabilirdi de... Fernandes, son haftalardaki vurdum-duymaz tavırlarından kendini epeyce sıyırmış, maça katkı sağlamak isteyen belirgin bir heves içindeydi. Eski günlerindeki gibi miydi? Asla değildi ama, o yola doğru adım atmıştı. Buna da şükür!
***
Maçın daha başlarında, Olcay’ın penaltı beklentisi uyandıran bir pozisyonu vardı. Bence bir şey yok... Gerçi cezaalanına girmeden önce formasının kolundan biraz çekildi ama, penaltı bölgesinde durum temizdi. Devam kararı doğru, fakat aynı Olcay’ın attığı goldeki ofsayt çağrışımlı pozisyonu tartışmalıydı. Ancak hemen ilave edelim, gol tartışmalı olsa da; Beşiktaş’ın öne geçişi adaletsizlik değildi. Galip duruma geçmeyi, (O ana kadar ki net pozisyonlar açısından) rakibinden daha fazla hak eden bir görüntü içindeydi.
Kayseri de bu haklılığı, ikinci yarı başlar başlamaz hissetirmeye ve puan talep etmeye başladı. Tehlikeli sokuluşlar yaptı. Oyuna ortak oldu. Ama maçın sonunu getiremedi. Çünkü Beşiktaş; baskı yediği bu anlarda attığı ikinci golle, yeni bir beraberlik riskine izin vermedi.