Erdoğan nefretiyle kendini heba eden, akılsız septikleri kastetmiyorum.
Onları uzun bir süredir doktor tavsiyesiyle kendi hallerine bıraktık zaten.
Çözüm arıyorlarsa iyi bir psikiyatra başvurmaları yeterli. Gitmek isteyeni de tutmuyoruz. Tıpkı “ünlü şair” Yılmaz Odabaşı örneğinde olduğu gibi. Odabaşı, 1 Kasım seçimlerinin travmasını yaşamış, twitter üzerinden “bu ülkeden çekip gidiyorum” demişti hatırlarsınız. “Bu ülkede her şey olursunuz sadece rezil olamazsınız” sözünü doğrularcasına 50 gün sonra da utanmadan dönmüştü. Dün dündü bugün de bugündü onun için.
Benzer bir örnek yazının başlığının tırnak içinde olmasına yetti. Teknoloji sağ olsun, hafıza unutsa bile, hatırlamaya yardım ediyor ki ne kadar döndüklerini, dönebilme kapasitelerini anlayabilmemizi sağlıyor.
İngiliz konsolosuyla yanak yanağa selfie, diğerleriyle “toplu düğün fotoğrafı” çektiren ve bu fotoğrafların yayınlamasının ardından gelen tepkilere anlam veremeyenler için Can Dündar, sanki bugünleri görebiliyormuş gibi, 2005 yılının 17 Mart tarihinde Milliyet Gazetesi’nde “istenmeyen adam” başlıklı yazı yazmış.
Yazısında o dönem Suriye’ye gitmeye karar veren dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e “gitme” uyarısında yapan (yani sadece bu kadarcık bir beyanatta bulunan) yine dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’a “haddini bil” diyor, özetle şunu ifade ediyor Dündar;
“Bir diplomatın, görev yaptığı ülkenin iç ve dış politikası hakkında halk önünde açıklama yapmasına “diplomatik karışma” deniyor. İtibarlı ülkeler, böyle davranan diplomatın bir an önce ülke dışına çıkmasını isteyebiliyor. Birleşmiş Milletler’in 1961 tarihli “Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi” de buna cevaz veriyor.”Persona non grata” ilan edilen diplomatın ertesi gün bavulunu toplayıp ülkesine dönmesi gerekiyor.”
“Amerikan Büyükelçisi Eric Edelman, 14 Mart’ta Cumhurbaşkanı Sezer’in muhtemel Suriye ziyareti sorulduğunda “Umarım Türkiye de Suriye’nin Lübnan’dan çabuk biçimde çekilmesini destekleyen uluslararası uzlaşmaya katılacaktır” diyerek “Gitmeyin” mesajı verdi. Hiçbir resmi yetkili de “Karışma” deme cesaretini gösteremedi. Oysa ki, müttefiklikten dem vuran bu diplomata, Türkiye’nin Suriye ile neredeyse savaş noktasına geldiği yıllarda ABD’nin Şam yönetimiyle nasıl iyi ilişkiler içinde olduğu hatırlatılabilirdi.”
Yani neymiş, 2005 yılında henüz aklını, kalemini FETÖ’ye satmamış “buğulu ses” Can Dündar, Viyana sözleşmesini anlayabiliyormuş. O zaman olsa yanak yanağa selfie çekmenin “diplomatik karışma” olduğunu da söyleyecekmiş.
Devam ediyor Dündar;
“Türkiye halkı, yukarıdan bakıp “Şunu yap, bunu yapma” diye parmak sallayan ve her gün bir başka “nazik nokta”ya kazma vuran sömürge valisi kafalı Batılılar yüzünden 200 yıllık Batılılaşma hayalinden vazgeçme noktasına doğru ilerliyor.”
Yazının devamında bu büyükelçilere direniş gösterilmesi gerektiğini, diklenmeden dik durulmasının önemini, onurlu direniş sergilenmesini salık veriyor Dündar. Noktayı ise “istenmeyen adama kapıyı gösterin” diyerek koyuyor.
Aradan 11 yıl geçmiş. Can Dündar değişti ama biz değişmedik. Biz hala o zaman Can Dündar ne düşünüyorsa onu düşünüyoruz. Bu diplomatlara nezaketle hadlerinin bildirilmesini, “diplomatik karışma” yaptırılmamasını, sömürge valisi kafalı davranmalarının engellenmesini, devam ederlerse de kapının gösterilmesini istiyoruz.
Hadi Can Dündar kalemini FETÖ’ye sattı, bir şekilde karşılığını aldı böyle davranıyor. Yanak selfie’si çektirenler de kendi devletlerinin çıkarlarını düşünüyor. Peki, Dündar’ı “demokrasi”, “ifade özgürlüğü” adına savunanlar, size ne oluyor. Hala mı görmüyorsunuz oyunu?
Satış başladı
Can Dündar kalemini satarken garantisini de almış. Satarsanız satarım demiş anlaşılan. “MİT TIR’ları DAEŞ’e silah götürüyor” iddiasını CHP’li bir vekilin verdiği evrak sayesinde ortaya attım diyerek satış borsasını açtı. Gerisini CHP’li vekil, Aydın Doğan’ın eski prensi ve Hürriyet’in eski Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu düşünsün artık.