5 yıldır beraber çalıştığımız, şirketimizin en deneyimli teknik uzmanı işten ayrılma kararı aldığını bana bildirdiğinde 2018’in ortasını henüz geçmiştik.
Yıl sonu itibariyle de işten ayrıldı. Ve bizimle aynı işi yapan bir işletme kurdu. Kısacası rakip oldu.
Şirketin müşterilerinden de bazılarını yeni şirketine taşıdı.
Şu birkaç cümleyi okuduğunuzda nahoş bir olaya bulaşmak üzere olduğunuz hissine çoktan kapılmış olmalısınız.
Yine tatsız bir iş hayatı hikayesi. Yine bir arkadan vurma hikayesi, yine iş mahkemesine uzanan bir yol öyküsü dediniz, değil mi?
Hayır. Öyle olmadı.
Arkadaşımız yıl sonunda ayrılacağını bildirmişti, yani bildirmesi gereken ihbar süresinden çok uzun zaman önce haberdar etmişti beni.
Hatta, “Yerime yeni arkadaşlar alırsanız onları da yetiştiririm bu süreçte” demişti.
Daha da geriye gideyim, daha işe başlarken bana “Ben sizin yanınızdan ayrılırsam kendi işletmemi açarım” diyerek baştan rotasını çizerek başlamıştı.
5 sene boyunca çalıştık, çok çalıştık, yepyeni müşteriler kazandık, bu arkadaşımız da daha öncesinden kendisini tanıyan, kendisiyl çalışmak isteyen firmaları şirketimize kazandırmıştı.
Yılın son günlerine yaklaşırken hiçbir hareketlilik göremiyordum ayrılacak mesai arkadaşımda. Ne bir işi yavaşlatma, ne bir ağırdan alma, ne de yeni hayatına dair telefon trafiği.
Beraber çalıştığı mesai arkadaşlarına “Yoksa ayrılmayacak mı? Vaz mı geçti?” diye sorma ihtiyacı bile hissettim.
Son günün son saatinde son faturasını kesti. Hatta koyduğumuz hedeflere ne kadar yaklaştığımızın hesaplamasını da heyecanla yaptı.
Son saatte pastasını kestik. Helalleştik. Vedalaştık.
Akşam her akşamki gibi ayrıldık. Klasik resmi evrakları imzalamasının dışında oturup konuşmadık bile. Birbirimizin prensiplerini biliyorduk, sınırlarını biliyorduk.
Birkaç gün içinde firmasını kurdu. Çok uzak bir yere değil, yakın bir noktaya kurdu ofisini.
“Hem aynı işi yapan bir firma kurup, yani rakip olup hem de yakın bir konumda kurması sizin için risk değil mi?” sorusu mutlaka geliyordur aklınıza.
Hiç de düşündüğünüz gibi olmadı.
Sıklıkla geldi ofisimize ayrıldığı günden beri. Hem yardımcı olmaya, hem de kendi işini kurmanın heyecanını, başına gelen acı-tatlı olayları, işin zorluklarını, güzelliklerini anlatmaya.
Faturası matbaadan gelince ilk faturasını (ya da ilk faturalardan birini) bize kesti. Ne de olsa siftah yapmak adettendi.
Kendisiyle birlikte gelen müşterilerimiz, onunla birlikte yeni firmaya geçtiler. Onlarla da helalleştik. Bir tanesi bile bizde kalsın diye bir çabaya ihtiyaç duymadık, arkadaşımızın hakkıydı çünkü.
O da bizim müşterilerimizden, ayrıldığından haberdar olmayıp da cepten arayanları bizi arayarak haberdar etti ve bize yönlendirdi.
Üstelik bunların hiçbirini konuşmamıştık.
Sonuçta ne oldu?
1 + 1 toplamasından 3 çıkarmayı başarmıştık.
Birbirine bağlı, güçlü bağları olan iki işletmemiz olmuştu.
Arkadaşımız yeni doğan çocuğuyla daha fazla vakit geçirebilecekti. Evi yakın olduğu için büyük oğlu okuldan sonra babasının işyerine gidip babasıyla vakit geçirebilecekti. Oysa bizde çalışırken akşam 7’den önce göremiyordu hiçbirini.
Ve en önemlisi, ileride “Acaba yapsaydım ne olurdu?” ya da “Keşke yapsaydım” sorularını sormaya ihtiyacı kalmayacak. Deniyor, başaracağına da hiç şüphem yok.
Bazı arkadaşlarım “Bu kadar seviyordunuz birbirinizi, neden ayrılıyor?” diye soruyorlar.
Ayrılık da hayata dahil. Zamanı gelince ayrılmasını da bilmek gerek. Ayrılmak için ille de mutsuzluk, huzursuzluk gerekmemeli.
Başlamak gibi ayrılmak da planlanabilir hatta. Bir işe girerken o şirkette aşağı yukarı kaç yıl çalışacağını öngörmeli insan.
Bütün bu yukarıda okuduklarınız birkaç şeyle mümkün oldu. Samimiyet, güven, şeffaflık.
Düşününce, aslında gizli iş çevirenlerin, yalanla-dolanla ayrılanların, birbirlerinin arkasından konuşanların, ayağını kaydırmaya çalışanların, başarılı olmak yerine eski çalışanı/işyeri başarısız olsun isteyenlerin işi çok daha zor.
İş mahkemesinde sürünmekten, aylarca zaman ve para harcamaktansa samimi bir kucaklaşma ve sıkı bir tokalaşma çok daha kolay.
Açık, şeffaf, dürüst olmak çok basit. Çok zahmetsiz.
Kafanız rahat en azından.
Daha da derine inelim. Sevmek, nefret etmekten çok daha kolay. Çok daha zahmetsiz.
Gülümsemek, kaşları çatmaktan çok daha az enerji gerektiriyor.
Oysa biz önce zorlaştırıp, sonra o zor oyunda ayakta kalmaya çalışıyoruz.
Hayat çok basit aslında.
Doğuyoruz, yaşıyoruz ve ölüyoruz.
Filmin sonunu söyledim gibi oldu değil mi? Sonunu bildiğimiz bir filmin başrolünde oynarken gereksiz atraksiyonlara girmek neden peki, hiç düşündünüz mü?
İyi bir hafta olsun.
Not: Sevgili eski mesai arkadaşım, yeni rakibim ve iş ortağım, belki istemezsin diye adını yazmadım ama sen kendini biliyorsun. Yolun açık olsun, çok başarılı ol. Biz de hep gurur duyalım beraber çalıştığımız, seni tanıdığımız için.