Medyadaki 28 Şubat artıklarının geçmişteki gazetecilikten sitayişle bahsetmelerinin altında yatan iki sebep var: 1- İstedikleri zaman hükümet kurup hükümet düşürebiliyorlardı. 2- Bir yalan manşetle insanlarını linç ettirip sokağa çıkamaz hâle getiriyorlardı.
Türkiye’de gerçek iktidar gazete ve televizyonların köşe başlarını tutanlardı. Ak Parti döneminde iktidar ellerinden gidince şuurlarını kaybettiler. Kör bir Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla kendilerini rezil ediyorlar ama muvazeneleri öylesine kaymış ki rezil olduklarının farkında bile değiller.
Bunların izinden giden bir kadın gazeteci geçenlerde mizah amaçlı yapılmış bir uydurma haberi gerçek diye televizyonda anlattı. Kör Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığıyla şuur kaybı yaşayan mezkûr kadın gazeteci uydurma haberde geçen hemşirenin soyadının Şırınga olmasından bile şüphelenmiyor. Belki de uydurma haber olduğunu bilerek, “Ben ortaya atayım da nasılsa bizim kitle inanır” diye düşünmüş olabilir.
Rezalet ortaya çıkınca da, hiç yüzü kızarmadan video çekip, gülerek “Geçmiş gitmiş, kapanmış bir mevzu” diyebiliyor. Bu kadar utanmazlık 28 Şubat medya artığı ağabeylerinde var Özlem Gürses. Onlar da 28 Şubat darbesinde yedikleri haltları sanki hiç yememişler gibi ortalıkta ‘özgür gazetecilik’ nutukları çekiyorlar.
28 Şubat medya artıklarının ‘özgür gazetecilik’ten neyi kastettiklerini bir iktibasla aktaracağım ama Gürses’e dair bir not düşeyim: Özlem hanım katıldığı bir televizyon programında askeri vesayeti övdü. Tam gaz ağabeylerinin yolunda gidiyor. Niye gitmesin ki, ağabeyleri 28 Şubat darbesini yaptırdılar ama bırakın yargılanmayı ifadeleri bile alınmadı, yaptıkları yanlarına kâr kaldı; yine yapmak için fırsat kolluyorlar. Gürses de baktı askeri vesayeti öven, askeri darbeye teşvik eden ağabeylerinden hesap sorulmuyor o da tam gaz aynı yoldan gidiyor.
28 Şubat medya artıklarının geçmişi hasretle anarken nasıl bir hayat yaşadıklarını, 2005 senesinin Akşam Gazetesi’nin yazarlarından Oray Eğin bir yazısında (26 Eylül 2005) anlatmış. O dönem birçok medya grubuyla görüşen Mehmet Yakup Yılmaz’ı cambazlık yaparak fiyatını arttırmakla itham eden Eğin 28 Şubat medya artıklarının nasıl lüks bir yaşam sürdüklerini anlatıyor: “Aslında Mehmet Y. Yılmaz da medyada 80’lerden beri süregelen bir hastalığa fena şekilde kendini kaptıranlardan: Gazeteciliği para kazanmak için yapma tutkusu. Sayıları hiç de az olmayan bu insanlar için gazetecilik zenginlik, sınıf atlama ve servet sahibi olmak için bir araçtır sadece. (...) Bu kültürün en canlı örneği de Güneri Cıvaoğlu’dur… Kontratına diyet dondurma koydurduğu gibi… Cıvaoğlu Türkiye’de yabancı tatlı yemez mesela; creme brulee, chase cake gibi. Çünkü bunları yurtdışında istediği zaman yer. Sakalını da Paris’teki berberine düzelttirir. Bu bir resim oluşmasına yardımcı olur.
Bir gazeteciye sadece yazı yazmak falan yetmiyordu. Odası varsa içinde duş da olsun istiyordu mesela; bornozla gezilecekti, patronla birlikte makarna partileri verilecekti. (...)
Bazı gazeteciler için Cem Uzan’la çalışmak bir yaşam tarzıydı. Cannes’da yat gezisinde içilen pahalı şaraplar, akşam yemeği için Paris’te buluşmalar, özel uçakla karşılanmalar, ağırlanmalar falan… Uzan ailesi Türk medyasında şunu gösterdi: Herkesin bir fiyatı vardır! (...) bugün aklınıza kim geliyorsa yolu bir şekilde Cem Uzan’dan ve Star’dan geçti. Kimler kimler orada çalışmadı ki: … hatta yerinden kımıldamaz denen Uğur Dündar bile.”
İşte Müslüman Anadolu halkını manşetlerden linç eden 28 Şubat medyası unsurlarının yaşadıkları hayat, işte eski gazetecilik. İnşaallah mevzuya devam edeceğim.