Euro projesinin babası Robert Mundell’dır. Daha önce de bu konuda çok şey söylemiş olabilir ama geçen gün söyledikleri sabrının taştığını ortaya koyuyor. Mundell, bu durumun özünde bir ‘para’ ve borç krizi olmadığını biliyor. Ancak buradan çıkış için euronun korunması gerektiğini ve bunun için de ortak tahvilin şart olduğunu, bu sefer çok kararlı bir şekilde söyledi.
Zaten başından beri Mundell, Bretton-Woods kurumlarıyla bu işin devam etmeyeceğini söylüyordu.
Mundell, 2001’de IMF’de verdiği seminerde küresel para sisteminin nereye gittiğini soruyor ve IMF denetiminde yeni bir para birimi öneriyordu. Bu para birimi, üç temel gelişmiş bölgeyi temsil eden para birimlerine tam konvertibl olacaktı. Mundell, üç temel bölgeyi ABD, Japonya ve AB’yi merkez alarak tanımlıyordu. Böylece ilk aşamada dolara, yene ve euroya tam konvertibl, IMF denetiminde yeni bir rezerv para doğacaktı. Mundell’in bu paraya verdiği isimde Dey’di. Dey; dolar, euro ve yenin baş harflerinden oluşuyordu. Ancak Dey bir geçiş parasıydı. Mundell, geçiş sürecinin sonunda gerçek anlamda bir dünya parasının kaçınılmaz olduğunu vurgulayarak; Dünya Merkez Bankası’nın yaratacağı intor isimli bir hâkim para önerisini ortaya atıyordu.
Intor, international ve or kelimelerinin bileşiminden oluşuyordu. ‘Or’ Fransızca’da altın anlamına geliyor. Böylece Mundell, yeni para biriminin, ne kadar güçlü olarsa olsun, bir ulus-devlete dayanmayacağını, uluslararası olacağını ve gücünün de ‘siyasi’ değil ekonomik olacağını intor adıyla anlatmak istiyordu. İntor’daki ‘altın’ vurgusu paranın karşılığının ekonomik yani ‘gerçek’ olacağının vurgusuydu.
Mundell’in bu tasarımının temel vurguları şimdi daha da geçerli. Ancak Mundell’in yeni para biriminin oturduğu temel, ABD, AB ve Japonya’ya dayanıyordu. Bugün artık bu temelin geçersiz olduğunu söylemeliyiz. Dolar, euro ve yen temelli bir geçiş süreci yerine, G20’nin tüm ekonomileri öne çıkaran, yeni bir yapılanmaya ihtiyaç var. Bretton-Woods’da Keynes’in vurguladığı gibi, bir ‘Dünya Merkez Bankası’nın oluşturulması gerekli ve bu süreç, bütün bu siyasi alt-üst oluşla at başı gidecek.
Euro, dolara dayalı Bretton-Woods sistemini delen ama onu tümüyle yok etmeyen çok yeni bir araç olarak 21. Yüzyılın başında ortaya çıktığında, kapitalizmin, kısa dönemde, önünde iki yol vardı.
Birincisi çok hızlı olarak yeni küresel yönetişim mekanizmalarını oluşturarak, ABD’ye dayalı- kirli finans-borç sarmalını üreten yapıyı tasfiye etmek ve yerine, para sisteminden başlayarak, bu -yeni- mekanizmanın yürüme araçlarını geliştirmek. İkinci -çaresiz yol- ise, var olan durumu sürdürmek için, artık batması kesin olan finansal yapıyı, savaş makinesini çalıştırarak bir müddet daha ayakta tutmak. Biliyorsunuz bu ikinci yol Bush’la ve Irak işgali ile birlikte tercih edildi. Şimdi ABD, bu bataktan vazgeçiyor; ABD’nin yeni egemenleri- ki bunlar, yenilenen finansal yapıyla birlikte, teknoloji, iletişim ağırlıklı yapılardır- böyle bir hegemonyanın onlar için sürdürülebilir olmadığını da biliyorlar. Bu yapı, Avrupa’yı ve Ortadoğu’yu aynı tarihi süreçte düzenleyip yeni bir küresel imparatorluk kurma peşinde. Şimdi bu laf size çok uzak, soyut, teorik bir çıkarım gelmesin. Dünya tek bir ekonomiye, tek bir ‘rekabetçi’ piyasaya ve bilgi toplumuna gidiyor.
Bilgi toplumunda sınır yoktur
Kapitalizm, sanayi toplumuna sınırları öne çıkartarak, yeni sınırlar oluşturarak gitti. Sanayi toplumu, ulus-devletler hegemonyasına bağlı eşitsizliği ve bunun modernizmini dayattı. ‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’ aynen buydu.
Kapitalizm sanayi toplumuna sömürgeleştirme mekanizması ile birlikte girdi. Bunun için güçlü uluslar-güçsüz uluslar ve hiç ulus sayılmayanlar gerekiyordu. Şimdi bu sanayi toplumu meselesini tüm dünya aynı anda bitiriyor.
Bilgiye zor ulaşılır ama ulaşıldığı zaman nerde duracağını siz belirleyemezsiniz. Bilgi toplumunun temel ayrımı, paylaşım hem de sınırsız, hegemonyasız bir paylaşımdır. Bu olmayınca mekanizma işlemez, batar.
Kavimler, cemaatler, milletler, halklar sanayi toplumunun sınırlarla böldüğü, kanla örülü eski dünyasından çığlıklar atarak çıkıyorlar. Binlerce yıldır gizliden gizliye sürdürdükleri, korudukları inançlarına dinlerine, geleneklerine, dillerine binlerce yılın hasreti ile sarılıyorlar. İnanın Suriye’de de olan budur, Arakan’da da...