Sanıyorum iki sene önceydi; o sabah uluslararası haber ajanslarını tararken gözüme Reuters kaynaklı bir haber çarptı; ajans, Türkiye’nin Halk Bankası’nı kullanarak İran ambargosunu deldiğini haber yapmıştı. ABD’de neocon cephesi ve Britanya kaynaklı medya Türkiye’nin, İran’ın ihraç ettiği enerji ürünlerinde üçüncü ülkelerin ödemelerini kendi üzerinden geçirdiğini iddia ediyordu.
Bunun için ABD, bu yılın başında, İran’a yönelik yeni yaptırımlar getirdi.
Bu yaptırımlar, Türkiye’nin Halkbank aracılığıyla yaptığı bu operasyonun da önüne geçecek yeni kurallar getiriyordu. Ancak Türkiye, ithal ettiği doğalgaz bedellerini İran’ın Halkbank’taki hesaplarına lira olarak yatırmaya devam etti. İran, bu paralarla Türkiye’den altın alıyor ve Dubai üzerinden bu sermayeyi millileştiriyordu. Ancak iddia şöyleydi; Halk Bankası’ndaki İran hesaplarına örneğin Hindistan gibi ülkelerin İran’dan ithal ettiği enerji bedelleri de yatıyor ve bunlar da, aynı şekilde, İran tarafından millileştiriliyor. Bu mekanizmayı Reuters, uzun süredir belli aralıklarla -Halk Bankası’nın da adını vererek- haber yapıyordu...
Tabii ki bu mekanizmanın bir yanında İranlı işadamları var. İran’ın bu altınları almasına aracılık eden... Kimden bahsettiğimi, hangi işadamından bahsettiğimi anladınız sanırım...
Finans oligarşisi ayağa kalkıyor
Başbakan’ın Gezi olayları sonrası faiz lobisi diye suçladığı bir kesim vardı biliyorsunuz, biz bu sayfada bu kesimin aslında basit bir lobi olmadığını, finans oligarşisi olduğunu ve Türkiye’de küresel neocon yapısına bağlı olarak çalıştığını ve Başbakan Erdoğan’ı önlerinde çok büyük bir engel olarak gördüklerini yazdık. İşte o kesimin sözcüsü üst düzey bir bankacı, Reuters bu haberleri yaparken -Gezi’den önce- hem de Reuters’e, şunları söylüyordu:
“Halkbank artık sadece Türkiye’nin İran’dan aldığı petrol ve doğalgazın ödemelerini kabul edebilir ve İran bunun karşılığında yalnızca gıda, ilaç ve endüstriyel ürünler alabilir. Yeni yaptırımlar sonrası enerji ödemeleri karşılığı altın ticareti çok zor. İranlılar ne aldıklarını belgelemeden parayı bankadan çekemezler... Altın ihracatı kesinlikle azalacak.”
Zafer Çağlayan ve Başbakan -Türkiye için- risk alıyor!
Şimdi bu ‘üst düzey bankacı bunları söylerken, tam o sırada, dünkü operasyonda oğlunun adı geçen Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ne diyordu? Evet, Zafer Çağlayan da şunu söylüyordu; ‘geçen yıl rekor seviyelere ulaşan altın ihracatı, talebin hangi ülkeden geldiğine bakılmaksızın devam edecek.’
Ancak 6 Şubat 2013’te gelen yaptırımlar Türkiye’nin İran’a transit ticaretini de engelliyordu. Bu durumda Türkiye çok önemli bir pazar ve ekonomik potansiyel kaybedecekti. Irak’la devam eden sorunlar ve Avrupa krizi Türkiye’nin ihracatını zorluyordu... İhracattan sorumlu Bakan olarak Zafer Çağlayan, bu durumu Başbakan’a anlattı ve onayı ile riski göze aldı. Yani Türkiye, İran’ın ekonomik potansiyelini, İsrail ve ABD’li neocon çetesi istedi diye Çin ve Rusya’nın kucağına bırakmayacaktı. Hatta Rusya’da önemli ölçüde küresel finans sisteminin içinde olduğu için, İran tamamiyle Çin’e yanaşacaktı. Türkiye, bu durumu detaylarıyla ABD tarafına da anlattı. Nihayet bu çok önemli gerçeği Obama yönetimi gördü ve Türkiye’ye rahat olun mesajı verdi. Ancak özellikle Reuters ve The Economist gibi İngiliz haber kaynaklarını yönlendiren küresel neocon yapısı ve onun en önemli bileşenlerinden olan, İsrail sermayesi kaynaklı lobiler, bu durumun İran’ı sistem içine çekecek çok önemli bir hamlenin başlangıcı olduğunu anladılar. Nitekim korktukları başlarına geldi. İran’da Ruhani’nin işbaşına gelmesinden sonra, Obama Ruhani görüşmesi gerçekleşti. Bu yumuşamada Türkiye’nin hem diplomatik hem de -yukarıda anlattığımız gibi- ekonomik katkıları oldu. Çünkü İran, ambargonun hafiflemesi durumunda bile, nasıl bir zenginlik üzerine oturacağını Türkiye sayesinde gördü.
Türkiye-İran ve Brezilya
Bu arada biliyorsunuz, 2010 yılında Türkiye ve Brezilya İran’la çok önemli bir anlaşma yapmışlardı. Bu adım, aslında Batı ile İran’ın geçen ay Cenevre’de yaptıkları anlaşmanın ilk adımı olarak anlaşılmalıdır. 2010 yılındaki anlaşmada, İran az zenginleştirilmiş uranyumun araştırma reaktörlerinde kullanılacak nükleer yakıt karşılığında Türkiye’ye gönderilmesini kabul etmişti.
Bu anlaşmada Brezilya ve Türkiye’nin olması çok önemliydi. Çünkü Lula ve Erdoğan, geleneksel küresel sisteme direnen, onun açıkları üzerinden politika yapan ve bu anlamda neocon yapısının hedefi olan iki liderdi. Yani Erdoğan ve Lula, Obama ile birlikte yeni -alternatif- BM düzenini de temsil ediyorlardı. Nitekim Erdoğan’ın, tam da bu tarihlerde ve sonrasında BM’nin geleneksel düzenini daha sık eleştirmeye başladığını görüyoruz.
Neocon çetesi kaybederken...
İşte, 2011 ve 2012 hatta 2013 küresel neocon çetesi ve bunların arkasındaki devasa finans oligarşisi için çok kritik geçti. Obama yeniden seçildi, Mısır’da İhvan zaferini perçinledi, Brezilya’da Lula’nın yetiştirdiği Dilma’da, Lula’dan hiç farklı değildi. Ancak esas sorun, giderek hem ekonomide hem de dış politikada, IMF reçetelerini ve Türkiye’yi misak-ı milli’den eden Lozan’ı yerle bir edecek bir politika izleyen Erdoğan’dı... Tabii Gezi geldi... Bunu yazdık, biliyorsunuz... Markar Esayan’la yazdığımız ve Etkileşim Yayınları’ndan çıkan, ‘Dünyayı Durduran 60 Gün’ bütün bu süreci anlatır. İran anlaşmasını imzalayan iki ülke olan Türkiye ve Brezilya’da aynı anda kalkışmalar başladı. Büyük Mağrip ve Ortadoğu coğrafyasında hatta Akdeniz’de Türkiye’yi tamamlayacak en merkez ülke olan Mısır’da İhvan’a karşı darbe başarılı oldu...
Süreç durmuyor
Ama süreç durmuyordu, Türkiye’de çözüm süreci bütün provokasyonlara rağmen devam ediyor, Türkiye, ekonomide özellikle TCMB eliyle yeni bir yola girmeye çalışıyordu. Burada şimdi yıpratılmaya çalışılan Zafer Çağlayan’ın Başbakan’a desteği önemliydi. Ancak bütün bunları taçlandıran en önemli gelişmede Güney Gaz Koridoru idi...
Bakın biz dün ‘operasyon’ konuşurken Bakü’de çok önemli bir anlaşma imzalandı.
Bakü’de Azerbaycan’dan Gürcistan’a ve oradan İtalya’ya uzanacak (SCP, TANAP ve TAP) projeleriyle ilgili startı veren imza atıldı. Bu projeler Güney Gaz Koridoru’nun gerçekleşmesi ve Avrasya’nın gerçek anlamıyla ortaya çıkması -bütünleşmesi- anlamına geliyordu. Çünkü Şah Deniz 2’nci fazının hayata geçmesi ile Azerbaycan, Gürcistan, Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan ve İtalya ekonomileri enerjiden başlayan bir entegrasyon sürecine de giriyorlardı.
İşte tam da bu anlaşmanın imzalandığı saatlerde Başbakan Erdoğan, Avrupa’yla olan vize meselesinin aşılacağını anlatıyor ve ‘ben AB sürecini cebimde taşıyorum, Türkiye kararlıdır’ diyordu.
Türkiye başaracak, herşeye rağmen
Bütün bunlar ne demek biliyor musuz; şu demek: Yıllardır siyasi ayrılıklar, çekişmeler sonucunda çok önemli ekonomik zorluklar yaşayan bölge ülkelerinin bu makus talihinin son bulması demek. Avrasya Bölgesi’nde gerçek anlamda piyasa ekonomisinin ve onun demokrasisinin de adımlarının atılması ve bütün bu bölgede neocon çetelerinin, diktatörlüklerin, bir daha geri gelmemek üzere son bulması demek.
Azerbaycan ve Türkiye’nin çok önemli katkılarıyla gerçekleşen ve ihtiva ettiği rakamsal büyüklükten çok daha fazla tarihi ve ekonomik, siyasal ağırlıklar taşıyan Güney Gaz Koridoru, barışın, refahın ve gerçek anlamda bütünleşmenin en önemli ve tarihi adımlarından birisiydi. Tabii Güney Gaz Koridoru projesine siz Türkiye’nin K. Irak (Kürdistan Bölge Yönetimi) ile yaptığı enerji anlaşmaları ve daha önemlisi Güney Gaz Koridoru’na zorunlu olarak İran hatta İsrail’in eklemlenmesi gerçeğini de ekleyin. Hep söylediğim gibi... Bu, yeni bir Türkiye, yeni bir Ortadoğu hatta yeni bir dünyadır.
Son olarak bu satırların yazarı yolsuzluklara karşıdır ve herkesin yargı karşısında eşit olması gerektiğine inanır. Bu operasyon, gerçek bir yolsuzluk operasyonu ise helal olsun. Ama yazdım işte... Bana çok başka bir ‘şeymiş’ gibi geliyor.