Mimar Zeynep Bulut’un, Göç İdaresi Başkanlığı binasının girişine yerleştirdiği göçmen kuşlar göstergelerini, yerinde seyretmenizi isterim. Binanın özününde ne zaman geçsem, ellerinde sımsıkı tuttukları bir takım kağıtlar, belgeler, kimlik tutanakları bekleşen rengarenk bir dünya kalabalığı olur. İstanbul’a daha doğrusu Türkiye’ye niçin gelmişlerdir, hikayeleri nedir, geldikleri yerde onları bekleyen var mıdır, bu akşam nerede yatacaklardır, yarın burada kalabilecekler midir, dillerini kimler anlar, dertlerini kime anlatabilirler... Yokluğun yere değdiği, sürtündüğü bir noktadalar; göçmenler.
Mimar Zeynep, göç etmenin bedensel ve fiziki anlamı kadar, ruhi ve düşünsel dönüşümleri de tetiklediğine dikkat çekiyor. Göç bir kere başladı mı, hareket ve yürüyüşe dair o ilk çarkın dönmeye başladığı o ilk andan itibaren, her şey değişmeye başlıyor, hiçbir şey eskisi gibi duramıyor yerinde. Birer ayna gibi çıkıyorlar karşımıza, fütursuzca ve tekinsizce, rahatımız kaçıyor, altüst oluyoruz. Çünkü itiraf etmesek de zihnimizde ilk zonklayan şey; “Onun yerinde ben de olabilirdim” sızısı.
Bir dip dalga gibi patlayarak geliyorlar. Suriye’deki iç savaş 2011’den bu yana devam ediyor. Savaş bitecek ve geri döneceklerdi. Ama aradan sekiz yıl geçti, ülkemize bebek gelenler, ilkokula başladı, burada doğan yüzlerce çocuk var. Zaman hızla aktı, Suriye’ye dönüş koşulları bir türlü oluşturulamadı, yerleştikleri illere, ilçelere uyum sorununu nasıl aşabiliriz sorusu giderek önem kazandı.
Türkiye 2011’den bu yana Suriye’den akın eden, büyük bir göç dalgası altında. Suriyeli göçmenlerin, sosyo ekonomik kriterler gözetilerek, illere dağılımı sağlanmıştı. Halen ülke genelinde kayıtlı olan 3 milyon 634 bin Suriyeli göçmen var. Bunun beşte biri kadarı, geçici koruma kaydıyla İstanbul’da. İstanbul Valiliği, 20 Ağustos tarihine kadar, Suriyeli göçmenlerin kayıtlı bulundukları illere gitmeleri talimatını verdi.
İstanbul’da 1 milyon civarında yabancı göçmen var, kayıt dışı rakamınsa bunun çok çok üzerinde olduğu düşünülüyor. Kaçak işçi olarak ucuz işgücü olarak kullanılanlardan, kanun kaçağı olanlara, hatta terörle, uyuşturucu, fuhuşla iltisaklı olanlarına kadar alacakaranlık bir saha bu. Devlet, toplumun selameti adına, bunların hepsiyle birlikte baş etmek zorunda...
Göçmen meselesiyle salt asayiş mevzuuna indirgeyerek baş edemeyiz. Göçmenliğin, her şeyden evvel insan hakları bağlamında değerlendirilmesi gerekiyor. Bu konuda Avrupa’nın yüzsüzlüğünü de hep birlikte gördük, insan hakları şampiyonu Avrupa Suriye’nin göç krizinde kapı duvar kesildi ve Türkiye’yi adeta bir mülteci kampı ülkesi görmek istiyor. Lakin insan hakları tartışmasıyla da bitmiyor işimiz. Bunun içeride uyum politikaları içeriğinde çok itinayla yürütülmeyi bekleyen hassas damarları var. Sadece "ensar-muhacir kardeşliği" teklifi yetmiyor. Bunu güncellememiz gerekli.
Suriyeli kardeşlerimiz, içinde yaşayageldikleri kadim gelenekleri, günlük alışkanlıklarını da sırtlayarak geliyorlar ülkemize. Taşıdıkları kültür, yerleşik kültüre uygunsuz olduğunda, tekil bir olay bile, hızla genelleşebiliyor. Siyasetçiler küçük semtlerin nasıl bir şeye maruz olduğunu bilmiyorlar. Zengin kesim güvenlikli sitelerinde her şeyden habersiz. Ama göçmenlerle birlikte yaşayan orta ve yoksul kesim, Hükümetin gereken tedbirleri almadığından yakınması had safhada.
Yardım kuruluşlarının, sivil toplumcuların gösterişe varan yardım kamyonetleri, bizim Çapa’daki yoksul sokaklarda dolanmaya başladığında, pencereler sert şekilde ve ilençli sözlerle örtülüyor. Bizi görmeniz için Suriyeli mi olmalıyız diye bir bağırdı yaşlı bir teyze bana geçen gün. Bu gösterişleri yapmayın ne olur. Yukarıda havalar iyi olabilir ama garipleri birbirine düşman etmeyin.