1990 yılında üniversite eğitimi için Eskişehir’den İstanbul’a geldiğimde, İstanbul’u SHP’li Nurettin Sözen yönetiyordu. SHP, dönemin CHP’si idi ve İstanbul bütün muhteşemliğine rağmen kelimenin tam anlamıyla vahşi bir şehirdi.
Öğrenci evimiz Ümraniye Atakent’te, okulum (Marmara İletişim) Harbiye’de olduğu için her gün giderken üç, dönerken üç otobüse biner, duraklarda uzayıp giden kuyruklarda saatlerce bekler, mecburen kalabalık otobüslere biner ve gerçekten çok yorulurdum. Egzoz dumanından boğazımın yandığını, beklemekten yıldığımı, dur-kalk yapa yapa kaplumbağa hızıyla ancak ilerleyen otobüste askılıklara tutunmaktan avuç içlerimin su topladığını dün gibi hatırlıyorum.
Sular akmazdı İstanbul’da. Bulaşıklar elde yıkanır, çamaşırlar -sular gittiği ve günlerce gelmediği için- mecburen makineden çıkarılıp az suyla elde yıkanır, insanlar kısıtlı suyla banyo yapardı. Bitlenmek bir İstanbullu sporuydu.
Küvetlerde su toplardı insanlar. Banyolarda, balkonlarda, mutfak köşelerinde doldurulmuş kap kacaklar, leğenler kovalar olurdu. Sular geldiğinde evde olmayan bedbahtlar ise daha büyük bir kedere düçar olur, o haftayı nasıl geçireceğini bilemezdi.
Pet şişede su yaygın ve ucuz değildi, ıslak mendil henüz icat edilmemişti. Üstelik çöpler toplanmıyor, sokaklara, caddelere, meydanlara tepeler halinde yığılan çöpler korkunç kokuyordu.
Çöp yığınlarının etrafında vızıldayan karasineklerle, şehir sanki kocaman bir bataklıkmış gibi azgınlaştıkça azgınlaşan sivrisinekler İstanbulluların canına resmen okuyordu.
İstanbul’da hayat çok zordu. Üniversite okuyan kardeşlerimle birlikte yaşadığımız sıkıntıya uzaktan şahitlik eden annem babam, sonunda dayanamadı ve liseye giden kız kardeşimi de alıp İstanbul’a yanımıza taşındılar.
Onlar gelince kısmen rahatladık. Çünkü annem suların ekonomik kullanımını sağlıyor, babamla birlikte su bidonlarını toplayıp Çamlıca’ya, Libadiye’ye, Sarıgazi’ye nerede bir çeşme varsa gidiyor ve bazen gece yarılarına kadar bekleyip eve su getiriyorlardı.
İstanbul tam bir gecekondu şehriydi. Yollar kötü, meydanlar kabak, şehir düzensiz ve özensizdi.
İstanbul patlamak üzereyken önce Ümraniye’de Hekimbaşı çöplüğü patladı, 39 kişi öldü. Sonra SHP’li Ergun Göknel’in yolsuzluktan 5 yıl hapis yatmasına sebep olan İSKİ skandalı patladı. O dönem Ümraniye belediye başkanı da SHP’dendi ve belediyede dönen dolapların büyüklüğünü, başkanın mahallemizde oturan akrabasına bakarak anlayabiliyorduk.
Ama yolsuzluk ve iş bilmezliğin SHP’nin göbek adı olduğunu bizzat gözlerimizle görerek öğrendik.
Şöyle ki, yeni evli abimin evi de Atakent’teydi ve bir gün apartmanın karşısındaki boş alana park yapılacağı söylendi. Önce beton parçaları, inşaat demirleri getirilip dizdiler alana. Sonra alan tören için hazırlandı. Bir cumartesi günü büyük bir kalabalık toplandı oraya. SHP parti yöneticileri, belediye yönetimi, medyadan onlarca kameraman, muhabir, fotoğrafçı…
Biz ise ailece balkondayız, her Türk ailesi gibi çekirdek çitleyip olanları seyrediyoruz. Deniz Baykal’ı ilk o gün gördüm mesela. Çıktı ve oraya park yapacaklarını, SHP’nin hizmetlerini falan anlattı. O akşam bütün bültenlerde vardı bu tören.
Aradan epey geçti, malzemeler ya kırılıp parçalandı, ya yağmalandı ama o alana bir park yapılmadı. Daha sonra seçim yaklaşırken 1994’te, aynı alanda yüksek katılımla bir tören daha düzenledi SHP, “biz buraya park yapacağız” töreni. Ve o park yine yapılmadı.
94’te Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’a büyükşehir belediye başkanı olduktan kısa süre sonra yapıldı o park. Dikilen ağaçlar -şehrin her yerinde olduğu gibi- apartmanların boyuna ulaştı.
***
Erdoğan’ın İstanbul çekirdek ekibinden olan Binali Yıldırım’ın İstanbul’a çok emekler verdiğine yaşayarak şahit olmuş bir İstanbulluyum. “Ne dediysek yaptık, yine biz yaparız” sloganını pek isabetli buluyorum.