İran geçen hafta bir açıklama yaparak, Paris’te işlenen üç cinayetle bir ilgisinin olmadığını, Türkiye’de başlayan yeni süreci desteklediğini açıkladı. Ama gerçekler bu açıklamayı doğrulamaktan bir hayli uzaktır. İran derin devletinin, bugün cumhurbaşkanı olan Ahmedinejad’a bağlı olarak çalıştığı dönemlerde Avrupa’da Kürt siyasi muhaliflere karşı gerçekleşen cinayetlerden hep İran sorumlu tutuldu.
İran-KDP Lideri Abdurrahman Qasimlo 1989’da Viyana’da öldürüldü.
Qasimlo’dan sonra, İran KDP Genel Sekreteri Dr. Mihemed Sadiq Şerefkendi ve 3 arkadaşı Berlin’de; Mehabat Kürt Cumhuriyeti’nin lideri Qazî Mihemed’in gelini ve Emir Qazî’nin eşi ile İran KDP’nin İskandinavya sorumlusu Kamûran da, 17 Eylül 1992’de İsveç’te katledildiler.
***
Bu seri cinayetler, Avrupa’daki Kürt diasporasını ve siyasetçileri derinden sarstı.
Qasimlo, İranlılarla Kürt sorununu müzakere etmek için düzenlenmiş bir toplantıya gittiğini sanıyordu. Karşısında ellerindeki silahlara susturucu takılmış katilleri buldu.
Kimse Qasimlo’nun en yakınındaki insanlara bile haber vermeden, korumasız bir şekilde İran ajanlarının onu bekledikleri yere gidip adeta kendini onlara teslim etmesine bir anlam veremedi.
Cinayetin işlendiği tarihte, Humeyni ölmüştü, bu yüzden belki Qasimlo, mollaların etkisinin azaldığını düşünüyor, Rafsancani’yle siyasi işbirliği yapmanın gerekliliğine inanıyordu.
O yıla kadar İranlılar, Kürtlerin İslam devrimine güven duymalarını sağlayacak hiçbir iyi niyet gösterisinde bulunmamış ve devrimi aktif olarak destekleyen Kürtler, yeni başlayan siyasi sürecin dışına itilmişti.
Qasimlo, belli ki, düşmanlarının onu öldürebilecek güçte ve niyette olduklarına pek inanmamış ve ona kurulan ölüm tuzağını fark etmemişti.
Tıpkı onu bir vakitler İstanbul’dan okuması ve iyi bir eğitim görmesi için Fransa’ya yollayan Musa Anter gibi...
***
Musa Anter de öldürüleceği gün bir buluşmaya gidiyordu.
Görünürde Kürtler arası bir ihtilafı çözmek için davet edildiği bir toplantı söz konusuydu. Ama gerçekte bu randevu onun öldürülmesi için tasarlanmış göstermelik bir randevudan başka bir şey değildi.
Qasimlo, Viyana’da gerçekleşen o ölüm randevusuna giderken beyaz bir takım elbise ve beyaz bir gömlek giymiş, bir de kravat takmıştı.
Musa Anter’in üstünde de öldürüldüğü gece beyaz bir pantolon ve siyah beyaz şeritleri olan bir tişört vardı.
Beyaz renk her iki Kürt aydınının da çok sevdiği bir renkti.
Ölüme beyazlar içinde gittiler..
***
Abdurrahman Qasimlo çok genç yaşlarda İran’dan ayrılmak zorunda kalmış, yolu 1940’lı yıllarda büyük bir tesadüf eseri İstanbul’da Musa Anter’le kesişmişti.
İran-KDP lideri yedi dil biliyordu, Avrupa entelektüel çevrelerinde çok iyi ilişkilere ve değerli dostlara sahipti. Halkına doğru bir siyasi önderlik yapmak istiyordu ve bu belki de onu Musa Anter’den ayıran en önemli vasfıydı.
Musa Anter’in zorlu geçen yaşamı, aktif bir siyasi önderliğe ait düşlerini, beklentilerini daha başta sona erdirmiş, gençlik yıllarını izleyen orta yaşlardan itibaren, siyaset alanında herhangi bir örgütsel faaliyet ya da parti tercihiyle değil, sadece yazıları ve fikirleriyle var olmak istemişti.
Anılarında İstanbul’da görüp tanıştığı Abdurrahman Qasimlo’yu şu sözlerle anlatır:
“Yeri gelmişken kıymeti pek değerli bir hatıramı burada anlatmak istiyorum. İran Kürtlerinden Urmiyeli iki kardeş İstanbul’da okuyordu. Hüseyin Qasimlo Teknik Üniversite Yurdunda kalıyor ve orada okuyordu. Ahmet Qasimlo da Tıp fakültesinde okuyor bende kalıyordu. Tahmin ediyorum, 1945 yılındaydı. Bir gün Hüseyin pırıl pırıl cin gibi bir çocuğu bana getirip şöyle tanıttı: ‘Kak Musa ev ji Abdurahman e. Biraye me ê piçuk. (Musa ağabey işte bu da küçük kardeşimiz Abdurrahman.)
Abdurrahman Qasimlo o sene İran’da liseyi bitirmiş, okumaya gelmişti. Pırıl pırıl bir delikanlıydı. Her yanından sosyal enerji fışkırıyordu.
Her fırsatta Avrupa’ya gitmek istediğini bana söylüyordu. O zaman Şişli’de oturan Kamuran Bedirxan’ın kız kardeşi Meziyet Bedirxan ablanın evinde her ayın ilk cumasında, Paris’te oturan Kamuran Bedirxan ile telefonla konuşuyorduk. Bir gün bu çocuğun arzusunu ve kabiliyetini Kamuran Bedirxan’a anlattım. ‘Hay hay gönder oğlum ben burada ona bir burs temin ederim’ dedi. Müjdeyi Qasimlo’ya iletince çok sevindi.
Abdurrahman Paris’e gittikten sonra ne ilmi ne de politik yönden benimle irtibatını kesti. Kamuran Bey de kendisine hayrandı.”
***
İstanbul’da ve 1940’lı yıllarda başlayan bu Avrupa macerası, 1989’da Viyana’da sona erdi. Qasimlo İran ajanları tarafından Viyana’da öldürüldü.
İran aradan geçen 25 yılda, kendi yurttaşı Kürtler’in mücadelesini meşru olmayan yöntemlerle bastırdı ve önemli oranda kontrol altına aldı.
İran bugün PKK ideologlarının ürettikleri Kürt-Şii ittifakının en önemli bileşenidir. PKK, bu ittifak uğruna İran’a karşı PJAK’la yürüttüğü silahlı mücadeleyi durdurdu, İran’la düşmanken, müttefik oldu.
İran’ın Paris’te işlenen cinayetlerde parmağı var mı? Bunu bilemeyiz. Bilinen tek şey, İran bağlantılı ve Avrupa merkezli hiçbir siyasi cinayetin bugüne kadar aydınlanamamış olmasıdır.
Paris katliamının son olmasını dileyelim...