1- Bizler ilkokula giderken dört mevsimi olurdu senelerin; ilkbahar, yaz, sonbahar, kış. Her mevsimin ayrı havası, ayrı çiçeği, ayrı meyvesi, ayrı pazarı olurdu. Mayıs ayının sonuna doğru bir gün, annem avuçları içinde üç küçük domates getirmişti ve 'turfanda' demişti. Tadı vardı, kokusu vardı, vaktinden önce çıktığı yani turfanda olduğu için de değeri çok büyüktü. Güzün yağmur yağar, kışın kar, evde sobalar tüter, bahar geldiğindeyse pür neşe içinde doğayla birlikte insanlar da canlanır, bahar ümittir çünkü. Ve yaz karne, dondurma, tatil demek... Her şey ayrı ayrı, vakit zamanı gelince yaşanırdı.
Ya şimdi? Zamanlar derlenip dürülüp iç içe sığdırılmış gibi. Dışarıda kar yağarken kısa kollu kazaklarıyla gezenler mi dersiniz? Meyvelerin sebzelerin mevsimi kalmadığını mı söylersiniz? Bambaşka bir alemi yaşıyoruz, üstelik hiç de garipsemeden.
Büyüklerimiz bize her bir yağmur ve kar tanesini bir melek taşır diye anlatırdı. Göklerden gelen her şeye saygı duyduğumuz gibi, kara, yağmura da 'rahmet' denirdi, 'bereket' denirdi. İlkokulda kar tanelerini büyütecin altında izlemiştik de nasıl da hayran kalmıştık. Hiç birisi diğerine benzemiyordu o tanelerin.
Kar, ah kar, artık şehrimize yağmıyor. Yağar gibi yapıp kaçıyor. İstanbul'a ah kar yağıyor!
2- Mahalle komşumuz, aile dostumuz Prof. Mehmet Ali Çorlu beyefendi Hakka yürüdü. Mübarek üç aylarda bir Cuma vaktinde ahirete uğurladı onu son kez helalleşen, vedalaşan dostları, komşuları, akrabaları ve ailesi. Allah rahmet mağfiret eylesin. Marmara Üniversitesi Fizik Bölümü öğretim üyelerindendi Hocamız. İyi bir insan, yardımsever ve alçakgönüllü bir komşu, cami dostu, Kur'an muhibbi bir kimseydi. Ailesiyle birlikte yaşadıkları hayatla hepimize örnektiler. Hocamız, sessizce yaşadı ve sessizce verdi son nefesini, hiçbir alayiş nümayişe karışmadan, küçük bahçesinde yetiştirdiği rengarenk çiçekler, laleler, şebboylar, kasımpatları, naneler, dereotları, menekşeler, nar ağacı, manolya ağacı, erik ağacı, arkamızda uzanan çayırda diktiği zeytin ağaçları, vişneleriyle, bir yeryüzü cenneti inşa etmeye çalışırdı sakince... Ağaçlar ve çiçekler arasında bir Yunus Emre gibiydi, dervişmeşrepti. En son kereviz yetiştirdiğini, birkaç kök de alıp memleketi Bursa Karacabey'e götüreceğini işitmiştik. Yeşil arabayla getirdikleri sokağımızda son kez selamlaştı komşularıyla ve çıktı Karacabey yoluna, ahirete doğru limandan ayrılan bir gemiyi andıran o yeşil kıyafetli salıyla...
Ve kar... Kar da onun en güzel şahitlerindendi... İstanbul'a kar yağıyor.
3- Babam Metin Kaptan artık 90 yaşında ve onunla birlikte yine şifa bulmak için Bezmialem Valide Sultan Hastanesi'ndeyiz. Kim bilir kaç kere sığındık bu büyük Valide'nin kanatları altına? İstanbul'a kar yağıyor, arkadaşlarımız, konu komşu uçup geçiyor, zaman bulutlarla yarışıyor... Her şey etrafımızda uçuşurken bizse babamla sohbet ediyoruz o biraz kendine geldikçe, 4-5 yaşlarındaki hatıraları arasında koşuyoruz, Kıbrıs'tan, Girit'ten, korsan gemilerinde tayfalık yapmış dedelerinden, Girit'teki soykırımdan, bir sandala saklanarak kaçırılan dedelerinden, İzmit'in işgalinden, Ermeni çetelerin zulmünden, askeri okul günlerinden sanki çağıldayarak konuşuyor babam. Anlattığı hayat hikayesinde geçen kimse kalmamış hayatta, ondan başka. O kadar büyük bir yalnızlık ki bu! Neredeyse 200 yıllık hatıralar bunlar, büyüklerinden duyduğu hikayeler, kendi yaşadıkları, derken koskocaman bir zaman denizinin üstünde yüzüyor babamın gemisi... Sonra ağrısı sızısı başlayınca, suskunluğa geçiyor. Serumlarla uyutuyorlar onu. Bir dalıyor, bir uyanıyor. Ellerini elliyorum uyurken, küçükken de böyle yapardım, onun parmakları çok uzundu o zamanlar benim elimse çok küçük, şimdiyse pamuk gibi babamın elleri, küçücük... Hemşire kızlara da söylediğim gibi: 'burada 100 yıllık bir baba uyuyor.'
Zaman! Nasıl bir şey ki bu zaman?
Gençliğimde onu hızla akıp giden bir nehirmiş zannederdim, oysa şimdilerde zaman; sanki yüce bir dağ gibiymiş, sabitmiş de, gelip geçen, akıp yüzen sanki bizmişiz gibi geliyor. Şu kanıya vardım ki: Zaman geçmiyor aslında, biz zamanın içinden geçiyoruz...
Kar yağıyor! Dünyanın en olağanüstü işlerinden birisi vuku buluyor. Allah'ın melekleri hiç de birbirine çarpmadan yeryüzüne iniyor...