İstanbul Sözleşmesi etrafında koparılan tartışma giderek “siyasi operasyona” dönüşüyor.
İfratla tefrit, iftirayla iddia, hassasiyetle husumet arasında salınan sarkaç öyle hızlandı ve öyle olmadık yerlere savruldu ki bir an evvel toparlanmazsak canımız daha da yanacak.
Önce sakin olalım, lütfen.
Ortaya atılan iddiaların, sloganların içeriğini ve gerçeğini teker teker ve sebep-sonuç ilişkisiyle değerlendirmek zorundayız.
Aksi halde Türkiye, en ünlü markamız, gözbebeğimiz İstanbul’un adını alan sözleşmeden çekilse de çekilmese de iki yönlü hasar alacak. En fenası ve telafi edilemez olanı ise asıl meseleye, kadına yönelik şiddete odaklanamadığımız için kaybettiğimiz canların, canı yakılan kadınların vebali olacak.
***İnsan eliyle, idrakiyle üretilen her metin eleştirilebilir, noksanlık, yanlışlık atfedilebilir. Her hukuki metin adil de olmayabilir. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik eleştirilerin bir kısmında benzer endişeler itirazlar var.
Ama bazıları için bunu söylemek imkansız. Birkaç yıldır sözleşmenin içeriğini ısrarla ve kasıtla çarpıtan, ilgili ilgisiz her sonucu tek etmenmiş gibi sözleşmeye bağlayanlar aynı ezberle kariyer yaptı, kitap sattı ve nihayetinde bakın “tarlayı sürdü”.
Dertleri kadının hakkı, ailenin ve fıtratın korunması ise haksız ve verimsiz bir ithamla nefes tüketmek yerine yardım isteyenlerin imdadına yetişip şiddete meyyal olanların ıslahı için çalışamazlar mıydı?
Onlar da biliyor ki Türkiye sözleşmeden çekilse de ne kadın cinayetleri duracak ne aile daha da güçlenecek.
***Öte yandan AK Parti ve konunun muhatapları bu konuda konuşmakta gecikti bana kalırsa. Meydanı ve medyayı bu yıkıcı dile terk etmek siyaseten hataydı. Zira sözleşme aleyhtarlığını kampanyaya çevirenler son birkaç yıldır mahkemelerin verdiği yanlış kararların faturasını da kasten AK Parti’ye kesiyordu.
Gözlemlediğim kadarıyla ortaya atılan iddiaların temelsiz ve mesnetsiz oluşu, konuşacak zemin ve muhatap olmayışı nedeniyle AK Parti yapıcı ve sakin bir dili tercih etti. Konuşanlar da oldu ama sesleri hem o gürültüde boğuldu hem de çok çirkin bir lince maruz bırakıldılar.
Tansiyon yine yüksek, hasar var ve ibre yine AK Parti’ye dönük.
Oysa teklifin ve takibin sahibi AK Parti hükümetleri olsa da İstanbul Sözleşmesi 2012 Mart’ında TBMM’den tüm partilerin desteğiyle ve oy birliğiyle geçti. Sözleşme 0 ret oyuyla (yazıyla sıfır) kabul edildi yani.
Ama ilginçtir, muhafazakarlara dönüp slogan atanların ve “İstanbul Sözleşmesi tüm kötülüklerin anasıdır” diyenlerin hedefinde sadece AK Parti var.
***Sözleşmeden çıkarsa Türkiye’deki kadınları, şiddetle mücadele eden kadın örgütlerini, sol-seküler yapıları, demokrat kesimleri, insan haklarına duyarlı/kul hakkından korkan dindar çevreleri, AB Komisyonunu ve uluslararası kamuoyunu karşısına alacak AK Parti.
Sözleşmeden çıkmazsa da “öz hakiki AK Parti tabanı biziz” havasında muhtıra verenlerin, medya kuruluşlarının, sivil örgütlenmelerin taarruzu sürecek. Ama her şekilde yıpranacak.
Tabanı siyaseten bölünmek istenen AK Parti bir de en hassas olduğu konularda duygusal olarak parçalanmaya zorlanacak. O yüzden epeydir bir siyasi operasyona dönmüş durumda anti kampanya.
Üstelik ne ailenin, ne toplumsal değerlerin erozyona uğramasının, ne de kadınların sevdikleri/bir zamanlar sevdikleri erkekler tarafından katledilmesinin önüne geçilebilecek.
Ailenin geçirdiği değişimi, toplumsal ahlakın gevşemesini veya LGBT’nin artan görünürlüğünü sadece İstanbul Sözleşmesine bağlarsak asıl mevzuyu kaçırırız.
Zaten veriler sözleşmenin kadına şiddeti önlemekte yetersiz kaldığını da gösteriyor. Demek ki zaten tadilata, revizyona ihtiyaç var.
Sözleşmeyle ilgili yol bellidir. Türkiye konuyu Avrupa Komisyonun gündemine getirir. “Yorum beyanı” ister. Edindiğim izlenim bu yolun deneneceği yönünde.
***Yorum beyanı hakkında Yalova Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Necip Taha Gür’ün şu makalesini tavsiye ederim. https://ilke.org.tr/istanbul-sozlesmesine-ne-yapilabilir