Eğer konu seçimse, siyaset bir aritmetik meselesidir, bu gerçeği ıskaladığınızda, çıkabilecek sonuç, en az dört yıl sürecek derin hayal kırıklığı yaratır. Türkiye’nin 1950 yılından bu yana şekillenmiş ve en olağanüstü şartlarda bile değişmemiş seçmen tercihinden uzak hayaller kurarsanız çıkan sonuca uzun analiz metinleri yazmanız gerekebilir. Oysa, gerçek tüm yalınlığıyla karşınızda durmaktadır!..
Çok kaba bir hesapla bu ülkenin sağ-sol seçmen tercihi yüzde 65-35 hattında şekillenir. Yani, siyasete dönük tüm hesaplarınızı bu hat üzerinde yapmak zorundasınız.
Olağanüstü bir dönemden örnek vereyim: 12 Eylül’den çıkış noktası olan 1983 Seçimi’nde merhum Özal liderliğindeki ANAP yüzde 45, Evren’in desteklediği Sunalp’in MDP’si yüzde 23 oy aldı. Toplam ne ediyor? Yüzde 68. Necdet Calp gibi “sol karizmadan uzak” bürokrat görünümlü liderin Halkçı Partisi yüzde 32.
Dönelim 2002 Seçimi’ne... AK Parti’nin aldığı yüzde 34 oya ekleyin DYP+ANAP+MHP+GP+BBP+SP’nin yüzde 35’ini, toplam yüzde 69 ediyor. Merhum Ecevit’in çöküşü, rahmetli İsmail Cem’in YTP’sinin içten darbe yemesi, sol oyları bu seçimde Calp’in bile gerisine yüzde 31’e taşımıştı.
Ama denge üç aşağı-beş yukarı bellidir. O zaman hesaplar bu denge üzerine yapılmalı.
Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun yüzde 35 hedefini bir yönüyle gerçekçi ama siyasetin ana zemini açısından biraz hayalci buluyorum. Çünkü CHP yüzde 35’e ulaştığı takdirde HDP hiç oy almamış demektir. (Diyeceksiniz ki, HDP hiç mi AK Parti’den oy tırtıklamayacak, tamam, ama ne kadar yüzde 2 bile zor.)
Oligarşi açısından zor dönem...
Siyasetin aritmetiği oligarşik vesayet güçlerinin koalisyonlar üzerinden siyasi otoriteyi kontrol altında tutmasını tek şarta bağlıyor: 3 güçlü sağ parti...
Hele bu durum 1995 Seçimi’nde olduğu gibi 4 partili bir yarışa dönmüşse, gazetenizin Ankara bürosunda hükümet bile kurabilirsiniz. Hatırlayalım... Refah Partisi yüzde 21 ile birinci parti çıkmıştı, ekleyin ANAP, DYP ve MHP’nin toplam yüzde 47’sini, yine yüzde 68 sağ oy. Ne tesadüf!..
1995 Seçimi sonrasında bu ülkede 28 Şubat’a kadar uzanan ne tür siyasi kumpaslar kurulduğunu bilmem hatırlatmamda yarar var mı?
2002 Seçimi’nden bu yana şekillenen siyaset, sağ oylar için 2 iddialı parti üzerinde yapılanıyor: AK Parti ve MHP... Her seçim sonrasında iki partinin oylarının toplam yüzde 65 bantına oturması tesadüf mü, değil. MHP’nin oy zemini göz önünde bulundurulduğunda pastanın yüzde 45-48’lik bölümü AK Parti’de yüzde 17-20’lik bölümü ise MHP başta diğer sağ partilerde kalıyor.
Hesap bu kadar basit ama bizler, seçim sonucu tahminlerimizi neredeyse 3’lü koalisyon hedeflerine kadar uzatmanın telaşı içindeyiz...
Geçiniz...
Eğer, umut HDP’yse...
Bu satırların yazarı, Kürt siyasi hareketinin Meclis’te “demokratik kurallar” içinde temsil edilmesinden, Meclis’in en geniş siyasi yelpazeye sahip olmasından yanadır. Bu seçimde, HDP’ye uzak durmamın nedeni, PKK’nın silah bırakmaması ve silahını demokrasimize çevirmiş olmasıdır. Temsil edilirse karaları bağlar mıyım, hayır, yalnız, arkasında “gerilla gölgesi” olan bir partinin ne yapacağını bilemediğim için aşırı şekilde rahatsız olurum.
Ama anladığım kadarıyla, tek hedefini AK Parti’yi “sarsmak” olarak belirlemiş “büyük sermaye gruplarının” yani “İstanbul dükalığının” böyle bir kaygısı yok!..
Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nden bu yana “parlatılan” Selahattin Demirtaş’ın “ağabeyim İŞİD’e karşı onur savaşı veriyor” sözlerini bile “orada işi bittiğinde burada da savaşa devam eder mi” diye karşılamıyorlar.
İstanbul sermayesi, belli ki, sağ oyları 3 parçaya bölme fırsatını kaçırdığını anlamış, şimdi, HDP ile bu işi nasıl götüreceğinin hesaplarını yapıyor.
Sinirliyim... Ortaya çıkan tablo, bu ülkenin nimetlerinden en büyük payı alan bir grup insanın, kişisel çıkar ve ihtirasları doğrultusunda Kandil’le bile dirsek temasına girebileceğinin göstergesidir...
Bunu yapan, zaten, her şeyi yapar...
“Çözüm sürecini” dün destekledim, bugün destekliyorum, yarın da destekleyeceğim...
Ama önce o silah bırakılacak...
Normalde, Selahaddin-i Eyyübi Havalimanı’nın açılışını davul-zurnayla karşılayacak bölge esnafına zorla kepenk kapattıranlara, buna, “ne yapıyorsunuz siz” diyerek karşı koymayan “gerilla siyasetçisine” söylenecek ilk ve son söz bu olmalıdır...
O silah bırakılmıyor, sınırlarını belirlediği bir bölgede kendisi gibi düşünmeyen herkesi “düşman” gören bir zihniyet “Stalinist” anlayışla tahakküm kurmaya kalkıyorsa, bu iş, bitmiştir...
BİR SORU: 2011 Seçimi’ne katılım oranı yüzde 83, yani, seçmende yüzde 17’lik fire var. Bazı dostların anketlerde görüp telaşlandıkları yüzde 15’lik “kararsız” kitle sandığa hep soğuk bakan bu kitle olmasın?