İsrail’den gelen açıklamalardan biri, Adalet Bakanı Ayelet Şaked’e ait ve özetle Türkiye ile İran arasında bir Kürdistan devletinin kurulmasına İsrail’in olumlu yaklaştığı, hatta desteklendiği ifade ediliyor. Diğer açıklamanın sahibi ise Savunma Bakanı Moşe Yaalon; o da DAEŞ’in İran’a tercih edileceğini belirterek İsrail açısından en büyük düşmanın İran olduğu bildiriliyor.
Bu görüşler, İsrail Milli Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nde yapılan bir konferansta dile getirildiğine göre, öylesine ifade edilmiş sözler olarak değerlendirilemez. Ayrıca, iki farklı bakanın iki farklı konu gibi ele aldığı Kürdistan ve İran başlıkları, tamamen birbiriyle ilintili meseleler.
İran, İsrail’in baş düşmanı ise, İsrail’in desteklediği bir Kürdistan’ın bu ülke sınırında yeni bir devlet olarak ortaya çıkması, İsrail’in İran sınırına yaklaşmasını kolaylaştırır. Bu, aynı zamanda İran’ın hem stratejik olarak sınırlanmasına hizmet eder, hem “enerji” konusunda yeni bir oyuncunun sisteme girmesine yol açar. Enerjide yeni ve bağımsız bir oyuncu sisteme girince, İran’ın desteklediği Bağdat rejimi zayıflayabileceği gibi Rusya’nın enerji konusundaki tahakkümünden kaçmak isteyen ülkelere de bir seçenek sunulmuş olur. Dolayısıyla dile getirilen iki konu, İsrail açısından tutarlı gözüküyor.
İran’ın güçlenme senaryosu
İsrail açısından İran’ın neden en büyük düşman olduğu, bu iki ülkenin doğrudan neyi paylaşamadıkları pek açık olmasa da ortada ilan edilen bir baş düşman varsa, öngörülerin bunun üzerine inşa edilmesi gerekiyor.
İsrail, İran’a uygulanan ambargoların kaldırılmasıyla ekonomik olarak rahatlayacağını, güçleneceğini ve kazandığı parayı da silaha ve “alan genişletme” faaliyetlerine yatıracağını ileri sürüyor. BAE, Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın da benzer bir kaygı içinde olduğunu ima eden İsrail, aslında bu çıkışıyla ABD’ye bir şeyler söylemeye çalışıyor.
Denilen şu: ABD, ısrarla İran’ın sisteme çekilmesine çabalıyor ve bu yolla İran-Rusya yakınlığını gevşeteceğini hesaplıyor.
Oysa, İran’ı sisteme çeken ABD olmayacak, Rusya’nın izin verdiği ölçüde bazı Avrupa ülkeleri olacak. Avrupa, “radikal İslami” örgütlerle mücadelede İran’a güvendiği gibi piyasalarına, enerji olanaklarına da ihtiyaç duyuyor. Hatta İran’ın daha da güçlenmesi halinde Suriye krizinin sonlanmasında daha büyük rol üstlenebileceğini, bu yolla göç baskısının azalacağını hesaplıyor.
İran’ın göçün durdurulmasına yol açacak Suriye politikaları etkili olursa, konuyu Türkiye ile görüşmeye de gerek kalmayacak, Türkiye-AB ilişkilerini konu etmeye de.
Diğerlerinin geleceği
Kısacası İsrail ABD’ye yanlış yaptığını, Avrupa’nın Türkiye’yi by-pass ederek Ortadoğu açılımını İran ile yapacağını ve bunun da Rusya’yı asla zayıflatmayacağını söylüyor.
Bu koşulların İsrail’i Filistin konusunda radikal adımlar atmaya zorladığına da kuşku yok. Bundan rahatsız olan İsrail, Filistin devletine karşı çıkıp Kürdistan devletinin kurulmasını savunarak epeyce çelişkili bir pozisyonda kalıyor.
Ancak tüm çelişkilere rağmen, İsrail kendisinin doğrudan, Türkiye’nin ise dolaylı olarak “batı” tarafından ötelendiğine işaret ediyor.
Açıklamalardan görülemiyor ama belki İsrail kurulacak Kürdistan’ı Barzani yönetiminde düşünüyor ve Türkiye ile bu ülkenin çok yakın bir ortaklık kurmasıyla İran önünde bir güç dengesi oluşturulabileceğini tasarlıyordur.
İran’ın güçlenme senaryosu, İsrail’den çok Türkiye’yi ilgilendiriyor. Dolayısıyla bu tür açıklamaların Türkiye’nin kendi lehine farklı senaryolar hazırlamasında dikkate alınmasında yarar bulunuyor.