Gazetelerimiz “İsrail Vuruyor, Dünya Seyrediyor” manşetini ve türevlerini yıllardır kullanıyorlar. Aslında dünya seyrediyor olmasa İsrail’in bu kadar kolayca vurmasının mümkün olmayacağını ifade ediyor bu söz. Ama dünya derken herhalde sözgelimi Bangladeş’teki veya Uruguay’daki sıradan insanların da içinde olduğu yeryüzü nüfusunu kastediyor değiliz. İsterse İsrail’in katliamlarını engelleme imkânına sahip olduğuna inandığımız büyük güçleri kastediyoruz.
Büyük güçler diyoruz ama bugün itibarıyla ABD’nin küresel ölçekte bir rakibi yok. Yani dünyanın temel dengelerini belirleme konusunda Washington’un zıddına gitme gücü ve imkânı olan bir başka devlet yok. Ancak bölgesel meselelerde ABD’ye karşı kendi milli çıkarlarını savunanlar var. Sovyetler Birliği’nin varisi Rusya da buna dâhil. Ama öte yandan bölgesel meseleler söz konusu olduğunda küresel güç ABD’nin de bölge güçlerinin arzusunun hilafına hareket etme lüksü pek yok. Bunu yapmaya kalkışırsa küçük bir kazanç için büyük bedeller ödemesi gerekebilir çünkü. Demek ki ABD’nin küresel güç olması “küresel patron” olduğu anlamına gelmiyor. Hiç değilse küresel hegemonya mekanizmasının işleyişi öyle dışarıdan görüldüğü kadar basit değil. Hatta epeyce karmaşık...
Buradan bakıldığında ABD yönetimi bugün ne yaparsa yapsın İsrail’in arkasında durmaktan vazgeçmiyorsa bu tutumun sadece küresel siyaset stratejileri bağlamında açıklanamayacağını düşünmek gerekir. Hatta bunun tam tersini düşünmek mümkün. Yani ABD’nin “her şart altında İsrail’e desteğe devam” tavrı aslında bu ülkenin küresel siyasi çıkarlarına zarar veren bir politika... Bunu ABD içinde ifade edenler de eksik değil. Ama bu ülkenin kendine özgü iç dinamikleri ve bu çerçevede özellikle Yahudi lobilerinin sistemin işleyişi üzerindeki etkinliği bahsettiğimiz politikadan geri adım atma arzusuyla işbaşına gelen bütün siyasetçileri durdurmayı başardı şimdiye kadar.
Yalnız şu da var: ABD’nin iç siyaset dinamikleri ne şekilde olursa olsun, Yahudi lobileri ne kadar baskı yaparsa yapsın eğer Washington bölgede yalnız kalma tehlikesiyle karşılaşmış olsa mevcut İsrail politikasını sürdüremeyebilirdi. Çünkü, biraz önce ifade ettiğim gibi, “bölgesel meseleler söz konusu olduğunda küresel güç ABD’nin de bölge güçlerinin arzusunun hilafına hareket etme lüksü pek yok.”
Buna karşı şunu sorabilirsiniz: Bugün bölgedeki bütün ülkeler İsrail’e düşman değil mi? Suudi Arabistan, BAE, Ürdün gibi ülkelerin diplomatik ilişkileri bile yok. Yani İsrail’in varlığını kabul etmiyorlar. Üstelik bunlar ABD’nin can dostları. Nasıl oluyor da bunlar ABD’ye baskı yapıp İsrail politikasını değiştirmesini veya hiç değilse yumuşatmasını sağlayamıyorlar? Hani “bölgesel konularda ABD’nin bölge güçlerinin arzusu hilafına hareket etme lüksü yok”tu? Demek ki senin bu tespitin doğru değil...
İsrail’in varlığını bile kabul etmeyen ülkelerin aslında İsrail’den daha öncelikli sorunları olduğunu ve toprağı işgal edilen, katliama uğrayan dindaşları ve soydaşları için bu önceliklerinden vazgeçmelerinin beklenemeyeceğini hatırlatırım bunu söyleyecek olanlara.
Mısırın da, Suudilerin de, Ürdün’ün de, Körfez şeyhliklerinin de bugünkü temel tehdit algılaması bölgedeki İhvan çizgisinin güçlenmesine yöneliktir. İsrail’in Gazze’de sivil halkı yok ederek Hamas’ı etkisizleştirme siyaseti ne yazık ki söz konusu tehdit algılamasıyla uyumlu.
Geçen haftalarda bu sütunda çıkan bir başka yazıda ifade ettiğim üzere, “Hamas ortadoğudaki büyük ayrışma çerçevesinde Türkiye ile Katar’ın bulundukları safta yer almayı tercih etmişti ki içinden çıktığı İhvan geleneğinin bütün unsurları da aynı saftaydılar.”
İhvan çizgisinin özellikle Mısır’da etkinlik kazanmasının İsrail açısından hiç de olumlu bir gelişme olmadığı açık. Ama aslında Arap-İsrail ortak tehdit algılamasından söz edildiğinde daha ziyade İran konusunun hatırlanması gerektiği de unutulmamalı. Washington yönetiminin son dönemde Tahran’la barışma adımları atmasına iki tarafın da nasıl ortak bir tepki geliştirdiği malum. Hatta bu konuda -birbirlerini resmen tanımayan- bu iki devletin yetkililerinin bir araya gelerek müzakerelerde bulundukları da söyleniyor.
Demek ki küresel güç ABD’nin İsrail konusunda bütünüyle bölge güçlerinin arzusu hilafına bir politika yürüttüğü söylenemez. Hiç değilse bölge güçlerinin önemli bir bölümünün...
Diğer yandan ABD’nin İsrail politikasının sürdürülebilirliği -küresel güç olmasa da- küresel aktörler olan Almanya, Rusya, Çin gibi ülkelerin bölgedeki çıkarlarıyla çatışıp çatışmamasına da bağlı. Eğer bu güçlerin çıkarlarıyla çatışma içinde olsa ABD politikasının uygulanma maliyeti daha yüksek olacağı için izlenen yoldan vazgeçilmesine de belki şimdikinden daha fazla ihtimal verilebilirdi.
Uzun lafın kısası, ABD’nin İsrail politikasını ayakta tutan dinamikler sadece bu ülkedeki güçlü Yahudi lobilerinin Amerikan siyasi ve iktisadi sistemini etkileme imkânlarından ibaret değil.