"Yaşam hakları yok, nükleer ise olasılıklardan biri!"
İsrail'in aşırı sağcı Kültür Mirası Bakanı Amihai Eliyahu böyle diyor.
"Hepsini öldüreceğiz. Artık zamanı geldi. Artık dünyanın merkezi biziz."
Bu sözleri de, İsrail vatandaşı bir kadın canlı yayında söylüyor.
Hatırlarsanız... Savunma Bakanı Yoav Gallant ne demişti:
'İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz.'
43 Haham katliamın fetvasını verdi.
1000 İsrailli doktor da bir bildiri yayımlayarak, 'hastanelerin bombalanmasını' istediler.
Her şeyin akılcı bir açıklaması vardır elbette...
Diyorlar ki bildiride:
"Hamas'ın saklandığı her yer meşru yıkım hedefidir. Hastane de olsa, yok edilmesi zorunluluğu vardır."
Haham Yaron Reuven ise "Tanrı, bize çocukları öldürmemizi emrediyor. Kutsal kitabımız, savaş zamanı kimseyi sağ bırakmamamızı emrediyor." diyor.
Bu örnekler o kadar çok ki...
Siyonist rejim öteden beri bu entegrist inanç doğrultusunda strateji geliştirdi...
Adım adım uyguluyordu.
Herkes alışmıştı aslında.
Her saldırı sonunda birkaç gösteri...
Birkaç demeç...
Sonra küçük çıkarların gündemine dönüş.
Bu da şımartıyordu getto Siyonist rejimi.
Daha çok, daha çok diyorlardı.
Ama bu sefer başka.
Yaşananların bir zihniyet savaşı olduğu yavaş yavaş anlaşılıyor!
İşte bu zihniyeti anlamak için...
Modern zamanlarda üretilen entegrist ideolojilerin arka planını iyi incelemek lazım.
Neden kehanetlerin bu kadar ön plana çıktığını...
Sistem krize girdikçe...
İnsanların, inançlarının istismara daha da açık hale geldiğini iyi görmek lazım.
Entegrizm nedir?
"Dini veya siyasi inancı, tarihin bir önceki döneminde sahip olduğu kültür yapısı veya müesseseleriyle özdeşleştirmektir" cümlesiyle tarif ediyor rahmetli Roger Graudy.
Yaptıkları katliamları kehanetlere dayandıran Netanyahu da...
Onu seçenler de...
Tevrat'ın bu entegrist yorumunun ürünü işte.
Belki tekrar olacak ama...
Bu hastalıklı ruhun sırtını dayadığı bir güç var.
Biden, İsrail'in sivil katliamına ilişkin hatırlayın ne demişti:
"...savaş yürütmenin bedelidir."
Beyaz Saray Sözcüsü John Kirby de aynı şeyi söylemişti:
"Savaş bu, çatışma. Kanlı, çirkin ve karışık olacak. Siviller zarar görecek."
Dün Türkiye'ye gelen ABD Dışişleri Bakanı'nın 7 Ekim'den bu yana sosyal medyada konuyla ilgili sözlerini inceledim.
Antony Blinken'ın en çok tekrar ettiği söz...
"Kendini savunurken İsrail'in yanındayız."
13 Ekim'de İsrail'e ayak basar basmaz...
"Bu ulus ve tüm dünya için bu inanılmaz zor dönemde İsrail'deyim. Dışişleri Bakanı olarak, bir Yahudi olarak, bir eş ve bir baba olarak, Hamas'ın katliamlarının taşıdığı üzücü yankıları kişisel düzeyde anlıyorum."
İsrail yönetimi ile her yaptığı görüşmede, 'savunma hakkı' vurgularken...
Bölgedeki diğer ülkelerle yapılan görüşmelerde ise, "çatışmanın yayılmaması" vurgusunu yaptı Blinken.
Fakat geçen bu süre içinde...
On bine yakın masum insan katledildi.
Çoğunluğu çocuk ve kadın.
Yirmi bin ton bomba atıldı.
Hastaneler, okullar, inanç merkezleri bombalandı.
17 Ekim'de hastane bombalandığında...
"İsrailli ve Filistinli tüm siviller korunmalıdır. Gazze'deki El Ahli Arap Hastanesi'nde meydana gelen patlamadan derin üzüntü duyduk." dedi Blinken.
Fakat katliamı yapanlara ilişkin bir tek cümlesi yoktu.
Tabiî ki Avrupalı ülkeler de bu cinsiyetsiz açıklamalara katılmakla yetindiler.
Asıl sorun bu değil mi?
İkiyüzlü açıklamalara devam ediyor Blinken:
"Hamas için hiçbir şey, onun vahşetinin bizi terörizme ve nihilizme sürüklemesine izin vermekten daha büyük bir zafer olamaz. Buna izin vermemeliyiz."
Siyonist rejim gökten bomba yağdırırken...
Siyonistler, açık açık "katliam yapmalarının inançlarının bir parçası olduğunu" söylerken...
Bu felsefi yorumla, güya, sağduyu çağrısı yapıyordu.
Siyonistler şımarmasınlar da ne yapsınlar!