Birileri daha şimdiden kendi pozisyonuna göre yorumlama çabasına girmiş olsa da, İsrail’in Mavi Marmara saldırısından dolayı özür dilemek zorunda kalmış olması Türkiye açısından küçümsenemez bir diplomatik başarıdır. Bu gerçeği hiçbir komplekse kapılmadan kabul ve teslim etmek gerekir.
Ama haddizatında Türk hükümetinin çok fazla düşünme gereği duymaksızın “özür, tazminat ve Gazze ablukası” konularındaki şartları yerine getirilinceye kadar İsrail’le ilişkilerini kesme kararı almak dışında bir şansı yoktu.
İsrail’in her zamanki küstahlığıyla gerçekleştirdiği saldırı zaten bir tür savaş ilanı anlamına geliyordu. Bazılarımızın önerdiği üzere, bu saldırı karşısında tepkisiz kalmak veya alttan almaya çalışmak yenilgiyi ve hatta bağımlılığı kabullenmek demek olurdu.
Aslında problemin kaynağında Türkiye’nin epeyce uzun bir aradan sonra yeniden bölgesine ve dünya siyaset sahnesine dönüş yapmış olması vardı. Tarihin doğal akışı bunu getirmişti.
İki büyük paylaşım savaşının ardından Ortadoğu bölgesinde iki büyük anomali oluşmuştu. Biri İsrail’in bölge dışından aldığı destek sayesinde Arap topraklarını işgal yoluyla sürekli genişleyen varlığı. Diğeri dışarıdan aldığı güçle kendi halklarına karşı baskı uygulayarak ayakta duran post-kolonyal yapay Arap rejimleri...
Soğuk Savaş ortamında ayakta duran bu yapıların küresel düzen değişikten sonra da varlıklarını sürdürebilmeleri zorlaşacaktı. Dünyadaki değişimin etkilerinin er geç bölgeye de ulaşması mukadderdi. Türk tarafının farkında olup İsrail tarafının kabullenmek istemediği gerçek buydu. Mavi Marmara olayının meydana geldiği günlerde dünya artık eski dünya değildi. Bölge de eski Ortadoğu değildi.
Türkiye kendi tarihinin ve jeopolitiğinin zorlamasıyla yeniden bölge sahnesine dönüş yapmıştı. Üstelik İsrail’in de bölgesel rolünü güncellemek şartıyla varlığını güvenceye alan bir siyaset izliyordu Ankara. Buna karşılık İsrail eski dönemin alışkanlıklarıyla davranmayı sürdürdü. Bir taraftan Ankara’daki iktidar kavgasına dâhil olarak Türkiye’nin yeni bölgesel rolüne engel olabileceği hayaline kapıldı; öbür taraftan da Arap-İsrail uzlaşması için arabuluculuk rolü üstlenerek kendisine el uzatmış bulunan Türkiye’nin iyi niyetine ihanet ederek Gazze’ye kanlı “Dökme Kurşun” operasyonunu yapmaktan çekinmedi.
Bu tavrın cevabını Davos’da “one minute” çıkışıyla aldı. Buna aptalca “alçak koltuk” kriziyle karşılık vermeye kalktı. Bu da olmayınca Mavi Marmara katliamıyla Türkiye’ye meydan okumaya devam etmek istedi. İsrail’i yöneten kadronun hesabı gerilimi son safhaya ulaştırarak batı kamuoyunun güçlü desteğini kendi arkalarına çekmek ve böylelikle Türkiye’ye mevzi kaybettirerek eski bölgesel düzeni sürdürebilmekti.
Tel Aviv’deki dünyadan habersiz ve her bakımdan yetersiz kadronun hesap edemediği şey, değişen dünya dengeleri içinde başta ABD olmak üzere batı dünyasının İsrail’in var olma hakkını tartışmamakla birlikte izlediği yolun, uyguladığı politikaların artık değişmesi gerektiğini düşünmeleriydi.
İkincisi uluslararası sularda gerçekleştirilen bir askeri harekâtla silahsız sivillerin katledilmesi gibi bir olay karşısında bugünkü dünya kamuoyundan destek almaları eskisi kadar kolay olmayacaktı. Ayrıca büyüyen nüfusu ve gelişen ekonomisine paralel olarak siyasi istikrarını kazanarak dünya sahnesinde politik etkinliği artan bir Türkiye’yi onursuz bir çözüme ikna edebileceğini düşünecek birini de bulamazlardı.
Eski çamların bardak olduğunu kabule yanaşmayan İsrail yönetimi her şeye rağmen Türkiye’ye diz çöktürüp kendi şartlarını kabul ettirebileceğini düşünüyordu. Bunun için elinden geleni de yaptı. Uluslararası arenada geçen süre içinde Ankara’nın önüne dikilen birçok engelin arkasında İsrail veya sempatizanlarının gölgesi seçilebiliyor.
Türkiye’yi veya AK Parti hükümetini köşeye sıkıştırmaya yönelik kampanyalar şeklinde yapılan yayınlar için de aynı şeyi söylemek lazım. Tabii ki sadece uluslararası medyadakiler için değil Türkiye’deki bazı duruş ve tutumların da arkasında İsrail bağlantılı hedefler aramak paranoya olmaz.
Türkiye’nin kısa bir bahar havasının ardından Doğu ve Güney komşularının tamamıyla -Ermenistan, İran, Irak ve Suriye ile- yeniden problemler yaşamaya başladığı zor bir dönemde İsrail’e karşı üstelik küresel ölçekte sürdürmek zorunda kaldığı bu soğuk savaşı kazanmış olması önemli bir başarıdır. Bu başarının kaynağı her şeyden önce tarihin akışı yönünde yüzmenin avantajıdır.