Avrupalılar, öteden beri, içlerindeki her türlü kötülüğün kaynağı olarak gördükleri Yahudilerden kurtulmanın yollarını arıyorlardı. Geçen yüzyılın başlarında artık bu yükten kurtulmaları gerektiğine ilişkin güçlü bir kamuoyu oluşmuştu. Kapitalizmin fırsatlarını ustaca kullanıp zenginleşen Yahudiler göze batıyorlardı. Ancak Avrupa medeniyetinin ana dinamikleri olan Almanya ve Britanya gibi ülkeler onlardan kurtulmanın yöntemi hususunda farklı düşünüyorlardı. Almanya, Yahudilerin kökünü kurutarak bu isteği gerçekleştirmekten yanaydı. İngiltere ise onlara Avrupa'nın dışında bir yurt bularak bu yükten kurtulmayı öngörüyordu.
İkinci Dünya Savaşı şartlarında Almanya, bu amacını gerçekleştirmeye imkan bulmuştu. Ancak bütün Yahudileri topyekun imha etmeye imkan bulamadan Almanya'nın ağır bir yenilgi almasıyla savaş sona erdi. Böylece İngiltere, Avrupa'yı Yahudi sorunundan kurtarmaya ilişkin kendi planını devreye sokma imkanını buldu. Almanların uyguladıkları soykırım da işlerini kolaylaştırıyordu doğal olarak. Dolayısıyla Yahudiler, İslam aleminin kalbine, Filistin'e yerleştirildiler.
Britanya'nın bulduğu bu çözüm, bir taşla iki kuş vurmak anlamına geliyordu. Hem Yahudilerden kurtulmuşlardı, hem de Batı medeniyetine alternatif oluşturacak müktesebata sahip İslam dünyasını teenniden uzaklaştıracak, dolayısıyla sağduyuyla sağlıklı kararlar vermesine fırsat vermeyecek bir gaile ile uğraşmak durumunda bırakmışlardı. Deyim yerinde ise İsrail devleti, hem Yahudilere, hem de Müslümanlara, genelde Avrupa'nın, özelde Britanya'nın kurduğu bir tuzaktır. Ne yazık ki Müslümanlar biraz da çaresiz oldukları için ama özellikle Yahudiler bile isteye bu tuzağa düştüler.
Kuşkusuz Yahudilerin psikolojileri buna elverişliydi. Çünkü peşlerinde soykırım gibi bir hayalet dolaştırılıyordu. Bu yüzden büyük bir korku ve deva bulmaz bir paranoya ile etraflarını yakıp yıkmaktan sakınmadılar, sakınmıyorlar. Nitekim her türlü silahla donatılmış İsrail devleti, kurulduğu günden beri, işgal, katliam, sürgün, evlerini başlarına yıkma, okulsuz, ilaçsız bırakma gibi zulmün her türlüsünü silahsızlandırılmış Filistin halkına uyguluyor. Arapların neredeyse birer köy veya benzin istasyonu mesabesindeki küçük devletçiklere bölünmüş olması da İsrail'in işini kolaylaştıran bir diğer husustur. Arapların yirmi küsur devleti gibi kulağa hoş gelen mevcut durumları, vasat ölçekteki herhangi bir devletin ağırlığına dahi sahip değildir oysa. Diğer bir ifadeyle Arap alemi, her taraftan bağlanmış çaresiz bir dev konumundadır.
Genel olarak İslam dünyasının bu bağlamda Arap aleminden pek farkı yok. Britanya dehası kendi elleriyle çizdiği sınırların içine hapsettiği bu alemin her yöresine yüzyıllarca uğraşacağı çözümsüz sorunlar serpiştirmiş. Onların derdi başlarından aşkın yani.
Oysa Filistinlilerin, Arapların ve Müslümanların İsrail'in 1967 sınırlarını tanımaları, Yahudilere aslında kendilerinin felaketi demek olan bu tuzaktan kurtulma ve hatta tersine çevirme şansını veriyordu. Ama Britanya aklı hala devredeydi ve İsrail'in, Filistinlilere yönelik maddi ve manevi zulmü dur durak bilmiyordu.
Bu gün geldiğimiz vahim durum, Müslümanların çaresizliğinin yanında, Yahudilerin kendilerine kurulan tuzağı görmeye yanaşmamalarından kaynaklanıyor.