Onu, yakın dönem sinemasının iz bırakmış filmlerinden hayli önce, 1990 yapımı, “The Ages of Lulu” filmindeki küçük ama çok zorlu rolünde fark etmiştim. Javier Bardem, demek, bir gay kulüp çevresinde şekillenen gelişmelerde kendini gösteren o berbat karakteri canlandırmaya soyunduğunda 21 yaşındaymış!.. İngiliz sansür kurulunun bile 2 dakika 55 saniyesini sansürlediği filmde canlandırdığı o karakter, bıçağın ucunda bir portreydi, başaramasaydı, kaybolup gitmişti...
Ama başardı...
İngilizce’yi, kendisiyle çalışmak isteyen ünlü yönetmenlerin zorlamasıyla öğrenen bu “tipik” İspanyol, başarı çizgisini Oscar heykeline kadar yükseltti...
İspanyol sinemasının kuruluş yıllarının iki önemli ismi, Rafael Bardem ile eşi Matilde Munoz Sampedro’nun torunuydu ve annesi, döneminin önemli sinema sanatçısı Pilar Bardem evladını tek başına yetiştiren güçlü bir kadındı. Yaşam öyküsünde en çok dikkatimi çeken, diktatörFranco döneminde anti-faşist filmler yapan ve bedelini de faşizmin cezaevlerinde ödeyen amcası Juan Antonio Bardem’dir. Anladığım, sinemacı genetiğini aile büyüklerinden, faşizme karşı soylu duruşunu amcasından aldığıdır...
Rol aldığı filmlerin, çizdiği karakterlerin, aldığı ödüllerin hepsini buraya yazsam bana ayrılan sütun yetmez ama, Cohen Kardeşler’in en iyi filmi olarak adlandırılan No Country For Old Men’deki mafya tetikçisi Anton rolü zirvelerinden biridir...
Barcelona filminde birlikte rol aldığı İspanyol sinemasının genç yıldızı (ünlü yönetmen Pedro Almodovar’ın vazgeçemediği yüzdür) Penelope Cruz ile örnek evliliği dikkat çeken bir karakter...
Kuşkusuz, Javier Bardem, Penelope Cruz ve Pedro Almodovar, İspanyol sinemasının önde gelen diğer isimleriyle birlikte, İsrail’i Gazze’de “soykırım” yapmakla suçlayan o bildiriyi imzaladıklarında kaybedecekleri çok şey olduğunu biliyorlardı... O bildirinin imzacıları açısından, Yahudi sermayesinin en muhafazakar isimlerinin hakim olduğu Hollywood’un kapıları bugünden kapanmış demektir!..
Ama, onlar korkmadılar... Bir, kendilerine ve sanat güçlerine güvendiler, iki, ülkelerinin arkalarında duracağından emindiler. Nitekim, Hollywood’un tepelerinden yapılan açıklamalar “bir daha sizleri buralarda görmeyelim” tonunda şekillenirken, İspanyol halkı, bildiriyi gururla karşıladı...
İnsanın sefalete savruluşu
Jon Voight, benim kuşağımın “idol”lerinden biridir. Onu, Angelina Jolie’nin babası olarak değil, 1969 yapımı Midnight Cowboy’daki deli dolu Joe Buck karakteriyle tanıdık. Dustin Hoffman’la başrolü paylaştığı filmde, New York’a kovboy kıyafetiyle gidip, büyük hayaller gerçekleştirmeye çalışan ama sonuçta bir “tutunamayana” dönüşen Joe Buck, aynı zamanda “Amerikan rüyası”nın korkunç yüzünü sembolleştiren bir portre olarak çıkmıştı karşımıza... Voight’i ilerleyen dönemlerde Vietnam Savaşı’na karşı çıkan bir aktivist, Jane Fonda’nın yoldaşıolarak gördük. Öyle ki, Şili’de, CIA tarafından devrilip öldürtülen Salvador Allende’yi iktidara taşıyan sol koalisyon Unidad Popular’ın Amerikan sanat dünyasındaki bir-kaç destekçisinden biriydi...
Sonra, 2008 yılında yaptığı bir açıklamayla, bütün geçmişini inkar etti, gençlik yıllarında “komünist propaganda”nın kurbanı olduğunu söyledi ve bir anda rotasını Cumhuriyetçi Parti’ye çevirdi. Irak ve Afganistan işgallerini onayladı, George W.Bush’u kahraman ilan etti, Amerika’daki Yahudi lobisinin güçlü ismi John McCain’in başkanlık seçim kampanyasında en ön safta yer aldı, Kudüs’e kadar gidip İsrail’e saygılarını sundu. Son açıklamasında ise Javier Bardem ve arkadaşlarını anti-semitik (Yahudi düşmanı) olmakla suçladı!..
Jon Voight, iyi başlamış bir yaşamı çöplüğe çevirmenin en güzel örneklerinden birini sergiledi. Bir insan karakter olarak nasıl sefalete savrulur, onu hepimize gösterdi...
Ama, o yalnız değil
İsrail, Gazze’de bir kez daha katliam yaptı, yüksek ihtimal, bu sonuncusu da olmayacak. Dünyanın cesur sanatçıları, bilim adamları, hukukçuları, doktorları, gazetecileri bu katliama karşı seslerini yükselttiler. Onlar, insanlık karşısında sorumluluklarını üstlenirken, bakıyorum, bu ülkenin ne doktor ne de hukuk sivil toplum örgütlerinden “çıt” yok! Gazetecilerinin önemli bölümü yaşanılanı “bataklık” olarak görüyor, sanatçıları ise “güney sahillerinde” paparazzilerle köşe-kapmaca oynuyor!.. Halk, Gazze’de şehit düşen o çocuklar için gıyabi cenaze namazına dururken, her şeyi uzaktan seyrediyorlar... Meğer ne çok Jon Voight’ımız varmış!..
Merak ediyorum, nasıl uyuyorsunuz...