Sıkıcı bir şeydi 1 Mayıs. 80’den öncesini kastediyorum. Bir sıkıntı, bir kasvet İstanbul’da. O gün, işiniz gücünüz varsa da ertelersiniz. Akşam üstüne kadar dışarı çıkmamaya gayret edersiniz.
Sokaklar ıssızlaşır. Kimse gitmez bir yere. Sanki bahar değildir, Nisan’la Mayıs’ın aracığında, tatsız tuzsuz bir gündür.
Tabii şöyle bir ezber var: 34 kişinin öldüğü 1 Mayıs’tan sonra başladı o sıkıntılar.
Bozulması lazım o ezberin. Çünkü yalan. O meş’um günden önce de, özellikle İstanbullular için, sevimsiz bir gündü.
Düşünün, başka şehirlerden de insanlar getirilirdi Taksim’e. Değişik değişik insanlar, pankartlı, dövizli, öyle bir gün.
Elbette, 1977 1 Mayıs’ından sonra hepten tatsız oldu. Kimse vapurları durdurmadı, trenler çalıştı, ama sevimsiz. Şehirde şehir tadı yok.
Azem dayımız vardı. Aslında dayımın dayısı. Sendikada işçi temsilcisiydi. O da varmış, kanlı 1 Mayıs’ta.
Hiç bir şey bilmiyor. Yani karanlığın menşeini bilmiyor. Zaten solculuktan falan hiç haberi olmaz. Biraz Ecevitçi’dir, o kadar.
Beş vakit namazında bir adamdı. Sormuştum. Başında olduğu işçi grubunu silah seslerinin arasından nasıl Taksim’den çıkarmaya uğraştığını anlatmıştı. Şimdi ayrıntıları unuttum.
O gün, 28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle ölmüş. 5 kişi vurularak öldürülmüş. 1 kişiyi de panzer ezmiş.
Rivayete göre, çevredeki bir kaç otelden ateş açılmış. Anlaşılan, paniği kullanmışlar. Silahla milleti birbirine katmışlar, bir kaç kişiyi de öldürmüşler. Ondan sonra da Kazancı yokuşunu tıkayarak milletin sıkışmasına, ezilmesine ve ölmesine sebep olmuşlar.
Ne kadar kolay değil mi? Kazancı yokuşunun orta yerindeki kamyonet, 20-25 kişiyi öldürmüş!
“Sebep olanların Allah belasını versin” desem, bedduam kime gider acaba?
Bence, o zamanın ‘Ergenekon’u kimlerse, onlara gider.
Bugünün Ergenekon’una ulaşır mı?
‘Derin devlette devamlılık esas’ ise eğer, uzanır.
O günlerle ilgili ağırlık kazanan kanaat şudur: Kanlı 1 Mayıs, Türkiye’yi, darbeye müsait hale getirmek için, kontrgerillanın yaptığı bir provokasyondu.
Danıştay cinayetiyle veya Balyoz’la ne yapılmak istendiyse, kanlı 1 Mayıs’ta da aynı şeyleri yapmaya çalışmışlar.
Nitekim, 2 buçuk sene sonra darbelerini de yapmışlar.
O günden sonra, Taksim’de sadece 1 tane 1 Mayıs mitingi yapıldı. 1978’de... Sonra yasaklandı.
Arkasından gelen Demirel Hükümeti zamanında yapılmadı.
12 Eylül Cuntası zaten 1 Mayıs’ı hepten sildi attı. Özal hükümetlerinde yine 1 Mayıs yok. Erdal İnönü’nün Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde de 1 Mayıs yok. Sonraki Demirel ve işçi babası Ecevit hükümetlerinde yine yok. Çiller, Erbakan hükümetlerinde de yok. Yok oğlu yok.
Ara sıra, Şişli’de, Okmeydanı’nda, Kadıköy’de, maskeli, kızıl bayraklı gösteriler yapıyorlar, işte, camları kırıyorlar, çiçekleri eziyorlar, sonra kaybolup gidiyorlar.
Sonra, Erdoğan hükümetleri başlıyor.
Hiç kimsenin yapamadığını Başbakan Erdoğan yapıyor. 1 Mayıs’ı İşçi Bayramı diye tescil ediyor ve tatil ilan ediyor.
(Çok hoş. Diyorlar ki, 1 Mayıs tatildi. 80 ihtilalinde kaldırıldı. Evet, tatildi. 1935’ten itibaren Bahar ve Çiçek Bayramı adı altında ve ücretsiz tatildi. Yani ‘amele’ o günkü ücretini alamıyordu.)
Ardından, Taksim’i 1 Mayıs mitinglerine de açıyor.
Ve güp-güzel miting yapılıyor Taksim’de.
Derken, Taksim’de inşaat başlıyor. Taksim mitinge müsait değil. 20-30 metrelik çukurlar var, uçurum gibi. Olağanüstü durumlarda, sokaklar tahliyeye imkan vermeyecek kadar dar veya kapalı.
“Bu sene Taksim’de miting yapamıyoruz” diyor vilayet. Bazı sendikalar, diretiyor. “Yapacağız.”
Laftan anlamıyorlar. Temsili bir tören yapılsın, sınırlı bir katılımla yapılsın gibi öneriler hiç kaale alınmıyor.
Eh, olan oluyor. Yakıyorlar, yıkıyorlar, taşlıyorlar.
Taksim’e çıkan sokaklar baştan aşağı ateş.
Mutlu oldunuz mu şimdi? Ne olurdu bir orta yol bulsaydınız?
Haftaya da Silivri’ye gidersiniz. Taksim’de işçileri öldüren ‘gelenek’le dayanışmaya...
(Takıldım kaldım. İsmet Paşa’nın Bahar ve Çiçek Bayramı. Düşünsenize, İsmet Paşa, elinde bir demet papatya. Bizim solcular, niye İsmet Paşa nostaljisi yapıp ‘ille de çiçek bayramı’ diye tutturmuyorlar acaba?)