Seçim 'sath-ı mail'indeyiz ya, tartışmalar daha bir ateşli yapılıyor, ekranlarda...
Sosyolog H. Cevizoğlu.. Geçen hafta, bir TV programında, İsmet Paşa'yı elinde olsa neredeyse 'dâr'a çekecek gibi bir şiddette öylesine eleştiriyordu ki, 'İsmet Paşa' bile savunulacak duruma geldi.
'Ölen kişi nasıl çekilir dârağacına?' demeyiniz.. 300 yıl öncelerde, İtalya'da ölen bir kişinin cesedinin yargılanıp 'dâr'a çekildiği hukuk kitaplarında bile ilginç bir örnek olarak yer almıştı.
İtalya diktatörü Mussolini ve hanımı Clara da öldürüldükten sonra, cesetleri Milano'da, elektrik direklerine asılarak teşhir edilmişlerdi, 1945'de.. Adolf Hitler ve hanımı Eva da, intihar ettikten sonra, cesetlerinin yakılmasını istemişler ve düşmanları eline ölü bedenlerinin geçmesini engellemişlerdi.
*
Bizde de, 1920'lerde M. Kemal Paşa'nın Özel Muhafız Birliği Komutanı Topal Osman Bey, İlk Meclis'in en ateşli tiplerinden ve M. Kemal Paşa'ya da zaman zaman muhalefet sesini yükselten Ali Şükrî Bey'in 'bir oyuna getirilip öldürülmesi'nin faili olarak gösterilince.. Topal Osman, bu suçlamayı kimin yaptırdığını düşünerek, Çankaya'yı basmak istemiş, Çankaya Köşkü yakınında -halâ da, 'Papazın Bağı' olarak anılan bir yerde- çıkan bir çatışmada öldürülmüş ve sonra, ölü bedeni, Ankara-Ulus Meydanı'nda bir darağacında da günlerce sallandırılmıştı.
*
Biz yine dönelim, 'sosyoloji doç.' olan gazetecinin sözlerine.. Bu isim, İsmet Paşa'yı, '10 Kasım 1038'de ölen M. Kemal'in yerine , hemen ertesi gün, 11 Kasım günü Meclis'te kendisini hangi yollarla seçtirdiği ve darbelere verdiği destekler açıklansa yer yerinden oynar.. 'İnönü gölgede kalmasın' diye, adamcağıza, 15 yıl mezar bile yapmadılar; 'Unutulsun' diye, 15 yıl boyunca Etnografya Müzesi'nin bir köşesine bir eşya gibi terk edildi..' diye suçluyordu.. (Elbette, onun iddiasının aksine, İnönü'nün hemen ve nasıl seçildiğinin bilinmedik bir tarafı yoktu. Çünkü, Ankara'da, yeni rejimin ordusunun 'Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reisi' sıfatıyla sürekli başında olan ve Mustafa Kemal'in bütün icraatının/ yaptıklarının bekçiliğini yapan Mareşal Fevzi Çakmak, 'Ordu'nun isteğinin İsmet Paşa olduğunu' söylemiş ve ona göre hareket edilmişti. M. Kemal tarafından azledildiği 1937 ortalarından beri, hiç kimse İsmet Paşa'ya selâm bile veremez olmuştu. Seçilince ise, bütün resmî sıfatlı kişiler, bütün kamu kurumlarındaki çalışanlar, öncekine 'Ebedî Şef' dedikleri gibi, yeni efendilerine de, 'Millî Şef' unvanını verip bağlılıklarını hemen bildirmekte ve itaatte kusur etmemişlerdi.
Ama, M. Kemâl'in, tarihte şu veya bu şekilde ülkesine etkisi olmuş ve büyük isim yapmış kimseler gibi, tabiî bir şekilde, büyütülmeden, 'ikon'laştırılmadan anılmasının yolu açılmıştı. 10 Kasım 1942'de, M. Kemal'in Etnografya Müzesi'ndeki kabri başında , onu anmak için gelenlerin 8-10 kişiden fazla olmadığına dair bir yazı okumuştum, merhûm Necîb Fâzıl'dan..
Ve, İsmet Paşa, doğrusu, işin doğru olanının yapmış ve kendisi iktidara gelince -dünyadaki uygulama örneklerinde de görüldüğü üzere-, devlet dairelerinde, paralarda- pullarda, her yerde, kendi resim ve fotoğraflarını astırmıştı. Keşke, o yöntem, her gelen Devlet Başkanı için takip olunan bir gelenek haline gelseydi.. Bugün, Kuzey Kore ve bizden gayri hiçbir ülkede, bir 'kanun mecburiyet' haline gereği, benzeri bir dayatma yoktur; hattâ Çin'de bile, Mao'nun resmini, isterse taşır veya dairesine veya işyerine takar..
*
Bu vesileyle, bir hâtıramı nakledeyim.. Şeyh Said'in torunlarından ve Müslüman Kürt halkının mütefekkir ve ârif bir seçkin neferi olan rahmetli Abdulmelik Fırat ağabey; bir gün 3. C. Başkanı, Celâl Bayar'ı, (Hani, 'Ey... (...filan), seni sevmek ibadettir..' şeklindeki sözüyle meşhur olan kişiyi) 103 yaşında olduğu, yani ölümünden 1 sene kadar önce, ziyarete gittiğini anlatmıştı.
C. Bayar'ın neredeyse her cümlesinde, devamlı Atatürk deyip durduğunu görünce, Abdulmelik ağabey, 'Beyefendi, siz 'fenâ fî'l-Atatürk olmuşsunuz..' deyince; Bayar, o sırada orada bulunan ünlü bir kadın gazeteciye dönüp, '(N.) kızım; iltifat mı ediyor, intikad mı? (eleştiri mi?) diye sorar.
Bilindiği üzere, bu 'fenâ fî...' diye başlayan terkip, tasavvuftaki 'fenâ fi'llah' (Allah inancının, aşkının potasında erimek) ıstılahından gelir. Devlet Bahçeli de geçen günkü konuşmasında bu terimi, kendi partilileri ve ideolojik taraftarları için kullanıyor, 'onların, 'fenâ fî'l-millet ve fenâ fî'd-devlet' olduklarını' söylüyordu.
Sosyolog gazetecimiz ise, Atatürk ismini o kadar çok kullanıyordu ki, merhûm Abdulmelik ağabey'in Celâl Bayar 'a yaptığı 'fenâ fî'l-Atatürk' sözünü kendisi için de ispatlamak ister gibiydi.. Ki, o, geçen sene de, yine bir TV kanalındaki programda, her zaman yaptığı gibi yine M. Kemal'den delil ve çözümler sunarken; bununla yetinmemiş ve o tartışma programındaki bir muhatabına, 'N'olur, bir defacık da siz, Atatürk'ten bir söz aktarınız.. Bakınız ben, istesem, âyet ve hadisler de okuyabilirim..' diye bir hatırlatmada bulunmuştu. Bu kadar kullanıldığını görseydi, o müteveffâ kişi, kendisiyle böylesine 'bütünleşmiş' durumda olan 'mürid'leri için, ne derdi sahi?.
*
Ama, ilgi çekici bir söz de, gazeteci İ. Özçelik tarafından, 15/16 Ocak gecesi, CNN Türk'teki bir tartışma programında ifade olundu. Şöyle ki, '6'lı Masa'nın ortak bildirisindeki 'Cumhuriyet'in 100'üncü, demokrasinin 75 yılında.. ' ifadesine, KK. Bey'in de imza atmış olması hasebiyle, 'böylece, CHP'nin 1923-1950 arası tek parti dönemini demokrasisiz bir dönem olduğunu ifade ettiğini, 'Atatürk dönemini demokrasi dönemi olarak saymadığını' iddia etmez mi?
Tövbe –tövbe!. Halbuki, o dönem ne kadar 'demokratik'ti, değil mi? Nitekim, o programdaki hiç kimse de itiraz etmedi..
*
O dönem, o kadar demokratik idi ki, toplum, 'demokrasi sarhoşu' olup ne yapacağını bilemiyordu belki de.. Ben o arkadaşa, hattâ tek kurşun'un bile sıkılmadığı 'İzmir Suikasdi' iddiasıyla, o dönemin çok seçkin paşalarından ve diğer önde gelen muhaliflerin, 'Kel Ali (Çetinkaya) başkanlığındaki İstiklâl Mahkemesi'nde hangi usûllerle yargılandığını ve geçmişte M. Kemal'in yanında yer almış nice ünlü isimlerden 15-20' tanesinin nasıl dâr'a çekildiğini okumasını, üstelik de Kemalist bir isim olan Uğur Mumcu'nun yayınladığı bir kitapçığından okumasını öneririm. Ki, Karabekir Paşa, Rauf Bey ve nice paşalar konusunda, M. Kemal'in, kendisine, ' Senin hâtırına idâm ettirmedim..' dediğini, o yargılamalarda sanık olan çocukluk arkadaşı Ali Fuad (Cebesoy) Paşa anlatır hâtıratında..
Öyle bir dönem, nasıl 'demokratik' sayılmaz?
*