Son on gündür Amerika’dayım. Burada geçen yaz yayınlanan “İslam ve Özgürlük” temalı kitapla ilgili bir “konuşma ve kitap imzalama” turundayım. Yirmi günlük gezideki toplam on bir ayrı durak içinde de New York ve San Francisco gibi liberal kentler kadar Texas veya Kansas gibi alabildiğine muhafazakar eyaletler de var.
Bu eyaletlerde bir süredir bir “İslam paranoyası” esiyor. Bu, kısmen 11 Eylül’ün mirası, ama kısmen de muhalefetteki Cumhuriyetçi partinin en radikal unsurlarının Demokrat Başkan Obama’ya karşı yürüttüğü propagandanın bir parçası. Obama’nın Müslüman bir babaya sahip olması ve Müslüman dünyaya el uzatması, “Beyaz Saray’da gizli bir Müslüman oturuyor” zırvalarına zemin hazırlamış. “Takiyye” kavramı, burada da ağızlara sakız olmuş.
Amerika’nın daha aklı başında insanları, bu paranoyaya “İslamofobi” diyorlar. Obama yanlısı bir düşünce kuruluşu olan Center for American Progress, “İslamofobi endüstrisi”nin ipliğini pazara çıkan raporlar hazırlıyor.
Yaygın kanı ise şu: İslamofobi medyada ne kadar yankılanırsa yankılansın, Amerikan Müslümanlarının dini hayatına müdahale edecek yasal bir baskı üretemez. Çünkü ABD anayasası ve kanunları, din özgürlüğünü sıkı sıkıya koruyor. “Başörtü yasağı” gibi bir uygulamanın, örneğin, Amerika’da düşünülmesi bile zor.
Fikir ve suç
Ben “Amerika’nın dağında” bunlarla haşır neşir olurken, memlekette 28 Şubat’ın yargıya taşındığını, elebaşlarının sorgulandığını öğreniyorum. “İyi olmuş” diye düşünüyorum kendi kendime. “Ama inşallah bu iş KCK iddianamesinde gördüğümüz kafayla, yani suçla fikiri birbirinden ayıramayan zihniyetle yürümez.”
Demek istediğim şu: 28 Şubat, bugünün kavramlarıyla, bir “İslamofobik darbe”dir. Ve, kuşkusuz, darbenin başka türlüsü suç olduğu gibi, İslamofobik olanı da suçtur. Ama İslamofobik olmak, yani İslam’dan ve Müslümanlardan nefret etmek, suç değil, fikirdir.
Bana sorarsanız çok kötü bir fikirdir ve bununla fikri alanda sonuna kadar mücadele ederim. Ama suç sayılmasına karşı çıkarım. Çünkü bunun aksi, fikir özgürlüğünü çiğnediği gibi, beni de fikri zayıf olduğu için güce başvuran bir zorbaya dönüştürür.
İşte bu sebeple, 28 Şubat’ın İslamofobik darbecilerinin yargılanmasına taraftar, İslamofobik medyasının yargılanmasına ise karşıyım. İkincisini fikri düzeyde eleştirmeliyiz ve zaten eleştiriyoruz da.
Yargı, ancak darbeci generaller ile medya arasındaki ilişkinin ortak İslamofobik dünya görüşünü aşıp, bilerek ve isteyerek birlikte suç işlemeye dönüştüğü noktada devreye girebilir. Bunu ispatlamak da kolay değildir.
Kitabına uydurulmuş darbe
28 Şubat yargılamasında işleri karmaşıklaştıran bir diğer nokta da şu: Bu, “anayasal düzeni silah zoruyla yıkan” klasik bir darbe değil; aksine kitabına uydurulmuş bir darbe.
Bu yüzden de, benim naçiz kanaatim, savcıların “darbe”nin kendisinden ziyade, bu süreçte işlenmiş somut suçlara odaklanması gerektiği yönünde.
Mesela, “andıç” diye bilinen olay, tam bir evrakta sahtecilik ve iftira suçudur: Birileri, Şemdin Sakık’ın ifadelerinin içine “parça atarak” bir dizi gazeteci ve aydını mağdur etmiştir.
Dahası, yüzlerce mütedeyyin subay ordudan atılmış, üniversitelerde öğrenci ve akademisyenlere sistematik ayrımcılık yapılmıştır. Bu süreçte üretilen binlerce mağdura hem hakları iade ve tazmin edilmeli, hem de onları mağdur edenler yargılanmalıdır.
Özetle, her ne kadar bizim yargı “devlete karşı işlenen suçlar”ı önemsemeye koşullanmışsa da, 28 Şubat’ın asıl suçları, mütedeyyin vatandaşlara veya onların haklarını savunan seküler liberallere karşı işlenenlerdir.
Gerisi İslamofobidir ki, onunla fikri mücadele gerek. İster Amerika’da olsun, ister Türkiye’de...