Londra’nın göbeğinde bir askeri Nijerya asıllı iki Müslüman’ın kafasını keserek öldürmesi gaddarca işlenmiş bir cinayettir. Elbette kınanmalı askerin ailesine de başsağlığı dilenmelidir. Ancak İngiliz İçişleri Bakanı Theresa May’in “İslamizm” diye bir kelime icat etmesi, bütün Müslümanların olmasa da çoğunun şiddet yanlısı olabileceğini belirtmesi, İngiltere’deki camilerde görevli imamların sürekli “Cihad” çağrısında bulunarak Müslüman gençliğin “terörist olarak yetiştiğini” söylemesi yangına körükle gitmekten öte hiçbir anlam taşımaz. İngiliz televizyonlarına çıkan onlarca Müslüman’ın şiddetin İslam’da yeri olmadığını, Woolich’de işlenen cinayeti kınadıklarını açıklamaları, Müslüman cemaatin önde gelenlerinin de şiddet yanlısı Müslüman gençlik yetiştirmek şöyle dursun, yeni kuşakların işinde gücünde, eğitiminde olduğunu söylemesi, camilerde şiddetin sürekli kınandığını açıklaması da Bayan May’i pek etkilememiş. Neden mi? Çünkü “İslam terörü” gibi ipe sapa gelmez bir yaftanın yerine “İslamizm” gibi ne idüğü belirsiz bir damgayı bütün Müslümanlara vurmak gayretine soyunduğunu görüyorum da ondan. “Bu cinayet ve bunu izleyecek diğer şiddet hareketlerinin kökeninde İslamizm yatmaktadır!” diyor hanımefendi!
Peki İslamizm ne demek? Pan İslamizm’i biliyoruz ki 19. yüz yıldan kalma bir deyim. Ama İslamizm eğer Müslümanların Batıya, dahası Hıristiyanlara uygulamayı tasarladığı (!) yaygın şiddet girişimi olarak nitelendiriliyorsa, o zaman Hıristiyanizmi ne yapacağız? George W. Bush’un uyduruk bir gerekçeyle Irak’ı ne hale getirdiğinin kökeninde Yeniden Doğma Hıristiyan (Born Again Christians) inancının olduğunu kabul etmek gerekmez mi? Kitle imha silahlarının olmadığı gün gibi ortadayken 1 milyon Iraklı Müslüman’ı öldürmenin, ülkeyi bölmenin, yaşanamaz hale getirmenin kökeninde başka ne yatabilir? Ha Irak petrollerini ucuza kapatmak derseniz bu da Irak işgalinin yan ürünüdür. Salt Bush değil İngiltere eski Başbakanı Tony Blair de Irak rezilliğinin sorumlusudur!
***
Bush, 11 Eylül’ü hemen sonrasında “Haçlı Savaşlarını başlatacağız!” narasıyla televizyonlardan haykırmış, her ne kadar bu söylemini sonradan terk etmişse de “İslam Terörü” zırvasını bütün Batı’nın diline pelesenk etmeyi başarmıştır. “Terörün dini olur mu be adam?” diyenlereyse cehaletin diplerinden, yalan yanlış cümleler kurarak “Olmaz amma... Müslümanlar söz konusuysa olur!” diyebilmiştir.
Uzun yıllar boyu Müslümanları sömüren, kurdukları payanda devletlerin başına getirdikleri işbirlikçilerin cebini doldurup halkları inim inim inleten milletlerin çocuklarının, kendi geçmişlerini bir kalemde silip Müslümanları şiddetle suçlamaları salt hafıza kaybıyla açıklanabilir mi? Hindistan’da ve Cezayir’de uygulanan şiddet hatta soykırımına varan barbarlıklar nasıl unutulur?
Bakınız 13 Nisan 1919 tarihinde yoldan bisikletiyle geçen bir İngiliz misyoner kadını namazlarını keserek ayağa kalkıp saygıyla selamlamadıkları gerekçesiyle General Dyere, cemaatin üzerine makinalı tüfekle ateş açtırmış ve 10 dakikada 700 Müslüman öldürmüştü. Ne oldu bu generale? Görevden alındı, o da sokak gösterileri başlayınca. Amma İngiltere Lordlar Kamarası onu bağrına bastı, para ve toprak verdi, ayakta alkışladı! Bunun gibi nice örnek vardır ki, üzerine bilmem kaç cilt kitap yazılır! Onun için “İslamizm-İslam Terörü” gibi yeni yeni deyimler türeteceğine Batı, İslam dünyasıyla nasıl eşit koşullarda ve barış içinde yaşayabileceğinin hesabına dursun. Eğer şiddet yanlısı bir Müslüman gençlik yetişiyorsa gerçekten Batı’da, bunun nedenlerini barış ve sevgi dini İslam’da değil, onlara ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi yapan devlet anlayışında aramaları gerekir. Salt Müslüman olduğu için Avrupa Topluluğunun kapılarını Türkiye Cumhuriyeti’ne açmayanlar, dinsel nefretin tohumlarını ekenler değil midir bir tarih boyu?