AK Parti, 2000’li yıllarda Türkiye’de merkez sağ ve sol partiler Türk seçmen bakımından büyük güç kaybına uğrar, Kürt toplumunda ise siyasi misyonunu iflasla kapatırken, AK Parti geldi siyaset sahnesine kuruldu.
AK Parti’nin Kürtlerle siyasi teması yeni bir siyasi temastı ve ne Demokrat Parti ne Adalet Partisi ve ne CHP’nin geçmişte kurduğu temasa benziyordu. Sosyalist bir gelenekten gelen TİP’in Kürt toplumuyla ta 1965’lerde kurduğu siyasi temaslara benziyordu ama: AK Parti de, TİP gibi Kürtler’in inkarına karşı çıktı, sorunun çözümü için gayret gösterdi. Şiddeti reddetti. AK Parti’nin, ancak 1965 TİP deneyimine benzeyen bu siyasi konumu; Kürtler’in taleplerini gözardı etmeyen, inkarı reddeden ve yeni Kürt sosyolojisinin ve siyasi taleplerinin Diyarbakır’dan Hewler’e kadar yaşamakta olduğu derin değişimi anlamaya çalışan bir siyasi konumdu.
CHP’nin ise aynı dönemde, Kürt halkına vereceği doğru dürüst bir mesajı hiç olmadı. CHP bütün vaktini ‘Kürt siyasi pazarına’ harcadı. Bugünkü CHP’yi yönetenler, hala bu anlayıştan kopmuş değiller. Kendi içlerindeki değişimi bloke edip partiye birkaç hatırı sayılır, sözü dinlenen Kürt siyasi aktörü, sözünü ettiğim ‘siyasi pazardan’ çekip alabilirlerse, Kürtlerle arada açılan mesafeyi kapatabileceklerini düşündüler.
Sezgin Tanrıkulu’nun CHP’ye geçmesi, milletvekili seçilmesi bu anlayışın bir sonucu olarak gerçekleşti. Aslında Sezgin Tanrıkulu’ndan beklenen bir ‘Kürt Ekmeleddin’ olmasıydı. CHP’yle Kürt siyaseti arasında kurulabilecek diyaloglara katkı sunmasıydı. Olabildi mi bunlar, bilemiyorum. Lakin, Sezgin Bey, ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranabilmiş bir siyasetçi portresinden de uzak biri değil artık. Sezgin Bey’in en önemli konularda genel merkeze ters düşmemek için izlediği taktikler, artık kimsenin gözünden kaçmıyor. Gülay Göktürk’ün de kaçmamış ki, Bugün gazetesindeki köşesinde ‘CHP, MHP’nin arkasına saklanıyor’ başlıklı enfes bir yazı yazmış. Göktürk, yazısında Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır gezisine değiniyor. Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’da ‘Müzakerelerin yasal zemine oturtulmasını doğru buluyorum’ açıklamasını önemsediğini ifade ediyor ve şöyle sürdürüyor yazısını:
‘Çok beklememiz gerekmedi, işin kokusu çabuk çıktı. CHP ilk destek açıklamasından sonra hızla kendini toparladı ve fabrika ayarlarına geri döndü. Genel Başkan yardımcısı Toplumsal Mutabakat Komisyonu ve Ortak Akıl Heyeti Kurulması hakkında kanun teklifini sundu.’
* * *
Göktürk devam ediyor:
‘Düşünsenize hala Kürt yok, Türk var, Türkiyelilik yok Türk vatandaşlığı var diye sayıklayan, Kürt sorunu konusundaki görüşü kart-kurtun bir adım ötesine geçtiği şüpheli bir partinin de katılımıyla kurulan bir komisyonda Öcalan’la müzakere konusuna yasal zemin oluşturan bir yasa teklifi üzerinde mutabakat sağlanacak!
‘....her şeyi anlıyorum da, bu bayat oyuna alet olan kişinin bir Kürt siyasetçi olmasını anlayamıyorum. Hepimiz Sezgin Tanrıkulu’nu, Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunmak için, yıllarca çalışmış bir insan olarak tanırız. ...Şimdi CHP’nin yan çizme politikasına aracı olmak ona yakışıyor mu yani?’
Gülay Göktürk’ün gözünden kaçmış olabilir ama Sezgin Tanrıkulu’nun CHP’deki varlık sebebi buydu zaten:
Yan çizmek!
Yan çizmeyi bir Kürde yaptırmayı bir kusur değil, bir marifet sayıyor CHP.
CHP öyle bir parti ki, yıllardır savunduğunuz değerleri koruyabileceğinizi düşünür içine girersiniz, ama CHP’nin sahip olduğu değerler sizi esir alır!
Sezgin Bey, ne CHP tabanına ne kongre delegelerine kendisini sevdirebildi. Kongrelerde CHP’li delegelerden en az oyu alanların başında o gelir.
CHP, Kürtler’i etkilemek ve bir köprü kurmak, Kürt sorununda ben de varım diyebilmek için bünyesine aldığı Sezgin Tanrıkulu’nu kendisine benzetti.
Şimdi aynı deneyi Ekmeleddin Bey’le yaşıyor. Ekmeleddin Bey, AK Parti’ye oy verenlerin oyunu alabilmek için çatı aday yapıldı. Ama o, şimdi kendi zihin dünyasının Seküler-Laik kesimin zihin dünyasıyla ne kadar çok örtüştüğünü ispatla meşgul. Anıtkabir’i ziyaretini, İsmet İnönü ziyareti izliyor, bir yakını çıkıp ‘namaz kıldığına şahit olmadığını’ söylüyor ve çatı adayının bizi şaşırtan alamet-i farikaları bu şekilde bir seyir izliyor. Yani AK Partili veya varsa bir iddia HDP’li seçmeni etkilemek için bir çaba yok da, laik-seküler kesime, ‘Sizden biriyim’ diyen ve bunun ispatı yolunda harcanan muazzam bir enerji var. Peki bu durumda çatı adayı formülüne ne gerek vardı? Kimse Baykal’ın veya Emine Ülker Tarhan’ın veya Mansur Yavaş’ın laik-seküler-milliyetçi, Atatürkçü kimliğinden kuşku duymuyordu ki, bunlardan birinin aday gösterilmesi daha doğru olmaz mıydı?
On milyon oy alan bir partinin, Türkiye’nin toplumsal barışına sunacağı katkılar, Kürt Ekmeleddin, İslamcı Ekmeleddin, Alevi Ekmeleddin filan bulup sahaya sürmekten değil, bu bilumum Ekmeleddinler’in toplum için ne ifade ettiğine ve bu kimliklere yüklenen değerlere bakıp, siyasi dublör kullanmadan, bu değerlere bizzat sahip çıkmaktan geçmiyor mu?
Alan memnun, satan memnun demeyelim lütfen, Sezgin Bey’e yazık ettiler, şimdi de Ekmeleddin Bey’e yazık ediyorlar.