Suudi Arabistan’ın çağrısı üzerine, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 21 Müslüman ülkenin ordusunun katıldığı “Kuzey Fırtınası Tatbikatı”nın tam, Suriye’de “bölge dışı” aktörlerin kan döktüğü, Ortadoğu’nun artık fiilen rafa kalkmış Sykes-Picot haritasını “yüz yıllık hesaplaşma ruhu” gölgesinde yeniden çizmeye kalktıkları bir sırada yapılması doğru mudur, evet.
Ama, tarihin bu çok kritik dönüm noktasında gerçekleştirilen bu tatbikattan yola çıkarak, kalıcı kavramlar ve kriterlere sahip olmamız gerektiği de açık bir gerçektir.
Harekata katılan, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün, Bahreyn, Senegal, Sudan, Kuveyt, Maldivler, Fas, Pakistan, Çad, Tunus, Komor Adaları, Cibuti, Umman, Katar, Malaysiya, Mısır, Moritanya, Mairitus ve Türkiye’nin Müslüman nüfuslu ülkeler olması, ana kriterin İslam zeminli olmasını gerektirmemektedir.
Aksine, Müslüman coğrafyayı hedef alan emperyalist/hegemonyacı güçler, yüksek olasılık, bizlerin bu tür bir tuzağa düşmesini, ilerleyen süreçte, üstün askeri güçlerine karşı din zeminli bir hesaplaşma yaşamamızı beklemektedirler.
Oysa, Müslüman coğrafyanın günümüzde, emperyalizmin içimize yerleştirdiği iki büyük sorunla mücadele etmesi, ana kriterdir.
1- İran kaynaklı “mezhepçi” saldırgan strateji ile bu saldırıya karşı örgütlendirilen “selefi” hareketlerin yok edilmesi,
2- Müslüman halkların tercihlerinden korkan emperyalizme karşı demokratikleşme mücadelesinin tavizsiz sürdürülmesi.
“Kuzey Fırtınası Tatbikatı”nın son gününde neden, Türkiye, üst düzeyde temsil edilmeyip, diplomatik sorun olmasın diye, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ı gönderdi? Çünkü, tatbikata katılan askerlerin bayraklarını selamlayan Suudi Arabistan Kralı 1.Salman’ın yanında Mısır’ın darbeci diktatörü Sisi duruyordu!..
Türkiye ve Mısır halklarının Müslüman olması, Ortadoğu’da demokrasi güçlerini tavizsiz destekleyen Türkiye’yi, Mısır’ın darbecisinin yanına yerleştirir mi, hayır!..
Farklı yönetim sistemleri ve hedeflerden gelen Müslüman toplum ordularının “Kuzey Fırtınası Tatbikatı”nda ana amacı, salt, Suudi Arabistan’a dönük muhtemel bir DAEŞ saldırısına karşı gösterilecek kararlılığın sergilenmesi ise, bu anlaşılabilir bir davranıştır.
Amaç, İran’ın “mezhepçi” yaklaşımına mesaj ve Hıristiyan emperyalist güçlerin bölgemizde çevirdikleri dolaplara “dur” demekse, o zaman, bizim, günümüz dünyasına uygun farklı “siyasi kriterlere” ihtiyacımız var demektir. Rusya ve Esed rejimi ile ilişkilerini en üst düzeyde tutup, Suudi Arabistan ile de Yemen’de İran’a karşı ittifaka girerek “meşruiyet” yakalamaya çalışan Mısır askeri yönetimi ile Türkiye’nin, askeri strateji açısından kalıcı ne beklentisi olabilir? Geçiniz.
Meclisleri çalışan toplumların ittifakı esastır...
Açık gerçeği kabul etmeliyiz: Müslüman coğrafyayı emperyalizmin hedefi doğrultusunda kana boğan, “mezhepçi” ve “selefi” hareketlere karşı çözüm, Meclis’lerini açık tutan, sırtını halklarının oylarına dayayan, demokratikleşme yönünde kararlılık gösteren Müslüman toplumlardan gelecektir.
Faşizmin panzehiri, bir başka otokratik rejim değil, demokrasidir.
Yaşanılanların tehlikesini 29.Haziran.2015 tarihli yazımda (Türkiye’nin yeni bir askeri ittifaka ihtiyacı var, STAR) aktarmıştım:
“Tarif basit ve nettir: DAEŞ, Müslüman coğrafyanın içine emperyalizm tarafından yerleştirilmiş faşist bir yapılanmadır.
Bu tür bir yapılanma ile Amerikan uçaklarının attığı bombalar ve PYD’nin kara gücü olarak kullanılması ile mücadele, dünya kamuoyunu oyalamaktan ibarettir.
Belli ki, emperyalizm bu çetenin varlığının uzun sürmesini, Müslüman toplumların yalnız kan değil, demokrasiye dönük yüzlerini de kaybetmesini istiyor.
Buna, izin veremeyiz...
TSK’nın Suriye gibi bir vekalet savaşının belalı coğrafyasına tek başına girmesi hata olur, dönüş haritasını bulamayabiliriz. DEAŞ’ı kaynağında kurutma amaçlı bir operasyon yapılacaksa, bu, (Meclis’leri çalışan A.Z.) Türk, Endonezya, Pakistan, Malaysiya ve Tunus/Fas/Ürdün ordularının ortak karargahında gerçekleştirilebilecek “küresel müdahale” demektir. Bunu başarmak için herhangi bir Amerikalı generale ve onların hava kuvvetlerine de ihtiyacımız yok.
Çok uluslu ortak askeri harekatlarda olağanüstü birikime sahip TSK bunu başarır.”
Ne diyeyim...
Müslüman toplum demokrasileri, bu ittifakı yaşama geçirebilselerdi, yüksek ihtimal, ABD-Rusya’nın bugün Müslümanlar’ın kanı üzerinde şekillenen anlaşması ve bölgenin İran-Suudi Arabistan cephesindeki hesaplaşması yaşanmayacaktı.