Peygamberimiz’i hakaret sahneleriyle ve adı üzerinde provokasyon maksadıyla hedef alan filmin ortaya çıkardığı hasarı akl-ı selimle bir kez daha değerlendirelim. Sonuç, İslam dünyası için iyi olmamıştır.
“İslam’ın imajı” demiyorum. Bu, bazı durumlarda sorunlu bir kavram olabilir. Ve bazen imajın ötesine geçen değerler vardır. Tepkinin hak ve hatta sorumluluk olduğu durumlarda imaj değil, Müslümanlar için kutsal olan peygamberin şahsiyeti her şeyden önemli olur. Geçmişte örnekleri de yaşanmıştır. Mesela, yine Peygamberimiz’i hedef alan hakaret temalı karikatürlere tepki gösterilmesi gibi... Peygamberin şahsiyeti tek tek herkesin imajından daha önemlidir.
Ne var ki, son günlerde yaşananlar bu bahse giremeyecek boyutta aşırı ve Müslümanların tartışmasız haklılığını gölgeleyen bir şiddet tablosu doğurmuştur.
Tepki, protesto, reaksiyon elbette olacaktır ve olmalıdır. Kimse, hiçbir gerekçeyle İslam dünyasına “Bunda da ne var. Sonuçta sinema sanatı yoluyla ifade özgürlüğü sergileniyor” diyemez.
Diyemez zira, öncelikle bir sanat olayıyla karşı karşıya değiliz. Ayrıca da filmin yapımcısı amacının İslam’ı karalamak olduğunu ve daha açık ifade ederek “provokasyon” arzuladığını zaten söylemektedir.
Söz konusu olan, kışkırtıcı ve sinsi bir anti-İslam propaganda filmidir. Elbette bu film ve filmin sergilenişi baştan ayağa maksatlı bir projedir.
Ancak, en az film kadar sorunlu olan İslam dünyasından yükselen tepkilerin aşırılığıdır. Tepkileri yönlendiren ve o tepkileri değersizleştiren aşırılığı mutlaka sorgulamalıyız. Batı dünyası, duyarsız kalabilir, empati sorunu yaşayabilir veya gizliden gizliye belki filmin içeriğine iştirak da edebilir ama bu durum İslam dünyasının sorununu ortadan kaldırmaz. Mazur da göstermez...
Sonu ölüm ve yağmalarla biten hiçbir reaksiyonun kabul edilemez olduğunda ittifak sağlamalıyız. Yüzbinler yürüyebilir ve yürümeli de... Protestolar, yapılan şeyin ve o yapılan şeye karşı duyarsızlığın ne kadar incitici olduğunu anlatacak kadar canlı ve sürekli de olmalıdır...
Ama, bu saçma filme evsahipliği yapanların canını yakmak için şiddetin bir enstrüman olmadığını anlamak ve anlatmak gerekir.
Söyler misiniz, toz bulutu indiğinde geriye kalan manzarada kim kazanmış olacaktır? Sorunun cevabı ne yazık ki can sıkıcıdır.
Hazreti Muhammed’e layık olmak öfkeyi onun ahlakıyla kontrol edebilmektir. “Sizi oyuna getirmek istiyorum” diyenlerin istedikleri ve arzuladıkları gibi oyuna gelmek değildir. Müslümanlar bu kadar kolay, basit ve göz göre göre provoke edilememelidir.
Bu noktada bir gerçek de ortaya çıkmıştır. İslam dünyası liderleri böylesi kritik durumlarda inisiyatif alamamakta ve sokağın tansiyonuna karşı cesur tavır koyamamaktadır. Fırtınanın geçmesini bekleyen liderler de İslam dünyasının temsilinde üzerlerine düşen görevi yerine getirmemektedir. Oysa, hepsi “Biz tepkimizi böyle sergilememeliyiz” diyebilmeliydiler.
Bu denemediği için, mesela Arap baharı gibi tarihi önem taşıyan başarılı süreçler de itibar kaybetmektedir.
Arap Baharı’nın kahramanı olan lider kadroları, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları İslam dünyasında sokağa taşınan ve aşındığı aşikar olan değerlerin onarılması için zemin hazırlamalı ve bunun için ellerini taşın altına koymalıdırlar.
Unutmamak gerekir ki şiddete karşı olmak, insan hayatına saygı göstermek hem İslam medeniyetinin bir değeri hem de İslam’ın tartışmasız emridir.