Ankara ve İzmir Barolarından yükselen ‘’İslamofobik’’ sesler, oldukça sinir bozucuydu.
. Kadın veya erkek olmaya fobik suç olarak bakan bu gruplar, cinsiyetin kurgulanabilir, seçimlik, tercih edilebilir, isteğe göre şekillenebilir olduğunu iddia ediyorlar.
. Eşcinsel olmanın esas, kadın ya da erkek olmanınsa anormal, sapkınlık, gericilik olduğunu düşünüyorlar. Kadın veya erkek olmayı aşağılayan bu bakışa açısına göre, kadın veya erkek olmak faşizm için yeter sebeptir. Kendilerini herkesten üstün gören bir ırkçılığı ikame ediyorlar.
. Sol siyasetlerin saplandığı çıkışsızlıkla, buharlaşan politikaların yerini işgal etmeye aday eşcinselci bakış, son zamanlarda çocuklara da el attı. 23 Nisan’da ‘’lgbt çocuk’’ çıkışıyla, çocukları cinsel sömürünün aracı haline getirmeye dair taleplerini de fütursuzca dile getirdiler.
. Yaygaracı tavırlarıyla herkesi suçlayıp, dini ve manevi bütün değerlere istedikleri gibi saldırmayı kendilerine hak biliyorlar.
. Oluşturdukları küresel iletişim ağı ve büyük fonlarla, üniversitelerde ve sanat dünyasında kurdukları sansür mekanizmasını kendi lehlerine çalıştırıyorlar. Ve çok kindarlar. Eşcinsel olmayan herkes suçlu onların nazarında.
1- Barolar, siyaset üretme yerleri değildir. Siyaset yapmak isteyen avukatlar, siyasi partiye üye olur görev yapar, prosedüre göre ilerler. Baro avukatlarının siyasi görüşü olamaz demiyoruz, ama bir siyasi parti gibi davranamazlar. Adalet bakanlığının, Baro seçimleri ile ilgili getirmesi gereken önemli değişiklikler var. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi mensubu kalabalık olan Barolarda, Hukukçular Derneği Başkanı Av.Cavit Atlı’nın dediği gibi; ‘’demokrasi ve istişare kültürünü’’ yerleştirebilmek adına, ‘’nispi seçim’’ sistemine gidilmesi gerektiği, bu son durumla birlikte daha da açık hale gelmiştir. Barolar Birliği Delegasyon seçiminde, denetim, disiplin ve komisyon kurullarında nispi sistem çerçevesinde, farklı baro gruplarına da yer verilmesi, Baroları tek tipçilikten kurtaracak, çoğulculuğun ve istişarenin yolunu açacaktır. Barolar, hiç bir görüşün borazanlığını yapamaz.
2- Diyanet İşleri Başkanı, resmi bir kurumun başındadır ve sözcüsüdür. Bunun yanısıra, Türkiye’deki müslümanların dini mevzulardaki temsilcisi ve danışma makamıdır. Prof.Ali Erbaş’ın görevi gereği yaptığı konuşma, yine görevi gereği Kur’an-ı Kerim eksenli olacaktı. Dolayısıyla Ankara ve İzmir Baroları, Diyanet İşleri başkanı nezdinde, İslam dinine karşı nefret suçu işlemişlerdir.
3- Baroların iddia ettiği ‘’cadı avı ve kadın yakma’’ tarihi Avrupa’nın tarihinde yaşanmış olaylardır. Türkiye’de hiç bir tarihte böyle olaylar yaşanmamıştır. Baro’daki eşcinsellik yanlısı grup, yaygaracılığın yanısıra, iftira ve yalan yoluna sapmıştır.
4- Ramazan ayında mü’minleri hedef alan bu hakaretle, mücadele edecek yerde kınama metinleri yayınlayan siyaset dünyası, kendi ülkemizde dinimizden dolayı nefret odağı haline getirilmekten bıktığımızı farketmeli.
5- Hükmetin, İstanbul Sözleşmesiyle ve 6284 sayılı kanunla ilgili yükselen toplumsal şikayet sesini işitmesi gerekiyor. Sözleşmeler ve kanunlar, dogmatik değildir, ilahi nas değildir, toplum ihtiyaçlarına ve taleplerine göre değişebilir, kaldırılabilir, şekil alabilir. Hukuk, zaten içtihatlar ve yenilenmeler üzerinden giden bir bilim-hizmet dalıdır. Kaldı ki Anaysasını bile demokratik koşullarda değiştirebilmiş bir toplum olarak bu dayatmayı niçin sürdürüyoruz? Hem aile olmayı örnek gösterip, hem de aileyi hedef alan mevzuatla sıkıştığımız paradoksu bir an evvel aşmamız gerekiyor. Mevcut yasal sistem kadın ve erkek cinslerini birbirlerine karşı güvensiz, evlilik müessesine inançsız hale getiriyor. Bu handikapları görmemiz gerekiyor.