İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) son toplantısı, bir yandan İslam dünyasının hali pür melalini ortaya koydu. Diğer yandan da kendi içimizde bile bir türlü anlamak istemediğimiz Türkiye’nin farkını.
Unutanlar için hatırlatalım. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, özellikle son beş yılda uluslararası zeminlerde bir gerçeğin altını çizdi. Soğuk Savaş döneminin algılarıyla şekillenen uluslararası örgütlenmelerin artık sorun çözemez hale geldiğini, hatta önemli ölçüde sorunların kaynağı olduğunu vurguladı. Bu yapıların karar mekanizmalarının dünyada oluşan yeni güç dengelerine göre ve adaletli biçimde yenilenmesini savundu Erdoğan. ‘Dünya beşten büyüktür’ sloganı bu gerçeğin yansımasıydı.
Peki ya İslam dünyasının kendi örgütlenmeleri? Yaklaşık üç gün boyunca Erdoğan’ın verdiği mesajlar, buradaki tablonun pek de iç açıcı olmadığını ortaya koydu.
Adı hayli iddialı bir teşkilat İİT. Ama ne yazık ki Filistin’e, dalga dalga büyüyen ve faturası İslam’a kesilmek istenen terör dalgasına, bölgesel sorunların giderek derinleşmesine duyarlılık göstermeyen bir teşkilat. Çok basit bir örnekle tabloyu aktardı aslında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Türkiye’nin İİT bütçesine yapacağı katkıyı açıkladı. İşin hazin tarafı ise şu; İİT üyelerinin bir bölümü aidatlarını bile ödemekten kaçınıyor. Böyle bir dağınıklık ve vurdumduymazlık hakimken, Türkiye ümmetin sorunlarından, ortak bilinçten söz ediyor; mezhep çatışmalarının ve terör dalgasının getirdiği sıkışma halinden çıkış yolları öneriyor.
Zor bir yol. Bunca çıkar hesabına gömülmüş, kimi Batı’yla ilişkilerini bozmamak, kendi rejimlerini ayakta tutmak için halkına sırt dönen liderler. Diğer yandan mezhep kartını acımasızca kullanan ve bunun üzerinden pazarlık gücü elde etmek isteyen ülkeler.
Zaten Cumhurbaşkanı’nın zirveye damgasını vuran sözleri de özellikle giderek tırmanan mezhep çatışması üzerine oldu. Birileri nereye çekmeye çalışırsa çalışsın; bu sözler tarihe geçti. Mezheplerini dinin önüne geçirenlerin algılamakta zorlanacağı bir duruş ve mesajdı bu. Mezhep inkarı üzerine değil, Müslümanlık ortak paydasını hatırlatan bir vurguydu. Sözlerin önünü arkasını kesip konuşanların niyetleri de, fitneye ortak oldukları da malum. Şunları söyledi Cumhurbaşkanı Erdoğan:
‘İslam dünyasının içinde olduğu mezhepçilik, ırkçılık ve terör tahribatları bizi ciddi anlamda zayıflatmaktadır. Dikkat edin, mezhepçilikte ölen de öldüren de Müslüman. Bu nasıl bir iştir? Biz mezhepçilik noktasında ne Şii dinindeniz, ne de Sünni dinindeniz. O başka birşey. Bizim tek dinimiz var; İslam. Ben Müslümanım.’
Bu cesur sözlerin yanı sıra, zirveyle ilgili Daily Sabah’a yazdığı makalede de şunları ifade etti Erdoğan:
‘Belli başlı örgütler, siyasi amaçlar için Şiilerle Sünniler arasındaki gerilimi körükleyerek, İslam dünyasında tansiyonu daha da yükseltmek amacıyla ümitsiz yetişkinler ve haklarından mahrum gençlerin öfkesinden faydalanan teröristlerin ekmeğine yağ sürüyor.’
Tayyip Erdoğan’ın ortak bir bilinci ifade eden, sorunların kaynağını işaret eden vurgularını, bambaşka noktalara çekenler; İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısının sonuç bildirgesinde, özellikle Türkiye’nin gayretleriyle ortaya çıkan vurguları görünce ne düşündü bilmiyorum. İran’ın, Suriye, Lübnan, Yemen ve daha pekçok ülkede Şiilik üzerinden derinleştirdiği sorunlar, net biçimde dile getirildi.
Kim ne derse desin, mezhep kartının böylesine acımasızca kullanılmasına doğru dürüst duruş gösteren tek ülke Türkiye. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin değerini anlamak için daha ne yaşaması gerekiyor İslam dünyasının.