Eğer Suriye ve Irak’ın içinde bulunduğu duruma bakarak bu soruya cevap ararsak, ‘hak ediyor’ demek bir hayli zor. Irak’ta her gün yüze yakın insan ölüyor. Artık o kadar kanıksanmış durumdaki, bu ölümler sadece istatistik hesabı yapanların kayıtlarına giriyor. Başta İslam Dünyası olmak üzere, yeryüzündeki herkes bu duruma kayıtsız. Ne kadar acı!.. Suriye çoktan bir iç savaşın içine yuvarlanmış vaziyette. Mısırın adım attığı kurtuluş yolunda heyelan var. Bunu aşar mı, belli değil.
İşin en acı yanı ise bu badireden çıkmak için İslam Dünyası’nda hiç bir kıpırdama olmaması. Olması zor, zira bugüne kadar bu tür ihtilaflarda harekete geçecek kurumsal yapı sağlam bir şekilde oluşturulmamış. Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı etkin olmaktan uzak. Nereden bekleniyor çare? ABD’den ve Birleşmiş Milletler’den!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Stratejik İletişim Merkezi tarafından düzenlenen 4. İstanbul Forumu’nda bir konuşma yaptı ve bu durumu ‘Medeniyet-içi çatışma’ olarak tanımladı. Aslında bu konuşmanın tamamını buraya almak isterdim. Merak edenler <http://www.tccb.gov.tr> adresine müracaat edebilirler. Ben bu konuşmadan uzunca sayılabilecek bir bölümü almadan edemeyeceğim. Önce bir muhasebe ihtiyacına vurgu yapıyor Sayın Cumhurbaşkanı: “Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da, hepimizin geleceğini etkileyecek gelişmeler karşısında bazı soruları ve muhtemel cevaplarını sürekli düşünmek zorundayız.”
Arkasından vardığı sonuçları iki ihtimale indirgeyerek bakın ne söylüyor: “21. Yüzyıl’da, bu bölgede istikrar, barış ve refahın hüküm sürdüğü bir ‘Rönesans devri’ mi, yoksa bir kısım bölgesel rekabet hesapları uğruna, hangi mezhep veya etnik gruba mensup olursa olsun milyonlarca insanın yeni ıstıraplara maruz kalacağı bir ‘bölgesel fetret devri’ mi başlayacak?”
Aslında Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’da kolu kanadı kırıldığında başlayan bölgesel fetret devri belki de daha şiddetli bir biçimde ve iç savaşlar şeklinde kendini göstermek üzere. Sayın Gül sanırım bu tehlikeye dikkat çekiyor. Bunu önlemek için ne yapılması gerektiğine dair de düşünceleri var elbette. Şöyle diyor: “Bölgede, etnik, dini veya mezhebi aidiyeti ne olursa olsun, herkesin kendini ve geleceğini güvende hissedeceği bir dönemi başlatmak için ne yapılması gerekir?”
Bölge, enerji kaynakları ortaya çıkana kadar böyle bir emniyet içerisindeydi. Devam ediyor Cumhurbaşkanımız: “Bu sorulara verilecek cevaplar ve izlenecek hareket tarzı, Tunus’ta başlayan ama sonuçları itibariyle bu bölgeyi ve küresel istikrarı etkileyecek bu büyük dönüşüm sürecinin akıbetinin de belirleyicisi olacaktır.”
Sizce İslam Dünyası bu sorulara cevap arıyor mu? Ben kendimi zorluyorum, Bayram geliyor, iyimser ol!’ diyorum kendi kendime ama nafile. İki senaryodan söz ediyor Sayın Gül: “Birincisi, her büyük dönüşüm sürecinde olduğu gibi, çeşitli iç ve dış faktörlerin devreye girdiği; jeopolitik çıkar algılarının ve güç dengesi siyasetinin izlendiği senaryolardır. Dahası, jeopolitik çıkara dayalı çatışmacı anlayışın, bir diğerini öteki ve hasım gören etnik ve mezhep temelli kimlik siyasetiyle birleştirilmesidir ki; bu, İslam dünyasının Avrupa’dakine benzer bir Orta Çağ karanlığına taşınması demektir. Şu anda maalesef böyle bir dönemin başındayız. Herhangi bir ülkenin, mezhebin veya toplumun böyle bir dönemden kazançlı çıkması ise imkân ve ihtimal dâhilinde değildir. Bugün Suriye’de olan nedir? Bir ülke, bütün potansiyeliyle kendi kendini tüketmektedir. Diğer ifadeyle, ‘Medeniyetler Çatışması’ndan daha vahim bir ‘Medeniyet-içi çatışma’ya yol açacak bu senaryo, herkesin kaybedeceği bir felaket senaryosudur.”
İşte gördünüz, Cumhurbaşkanımız benim kadar kötümser değil belki, ama sıkıntıdan uzak mı? Çareyi de söylüyor: “İkinci senaryo ise, mevcut tehlikenin boyutlarını idrak ederek, dar jeopolitik çıkarlara dayanan, etnik ve mezhepçi kimlik siyasetini reddetmektir. Bölgedeki siyasi liderlere, dini liderlere, kanaat önderlerine düşen temel sorumluluk, akıl ve basiretle hareket ederek her şeyden önce ülkelerindeki değişim sürecini yönetmek ve öncülük etmektir.”
Benim yerim dar, siz konuşmanın geri kalanını da okuyun derim.
Bu arada biraz da hac kavramı üzerinde düşünelim mi? ‘Müslümanların büyük kongresi’ diyebileceğimiz hac sırasında yukardaki konuları ele alan bir toplantı düzenlendiğini duyan var mı? İslam Dünyası sorunlarını hazır bir araya gelmişken hac sırasında masaya yatırsa olmaz mı? Hac işinde sadece Suudiler’in değil bütün ülkelerin temsil edildiği bir teşkilatın da söz sahibi olması gerekir mi acaba?
Gerçek bayramlara giden yolu açması temennisiyle bayramınızı tebrik ediyorum.