Geçen yüzyıldan beri Avrupa haritası çok sayıda ve kanlı değişimler yaşadı. On milyonlarca insanın hayatına mal olan bu kırılmaların, 21. Yüzyıl Avrupasına da taşınması çok şaşırtıcı olmazdı. Avrupa’da 2007 sonrası açık bir şekilde hissedilmeye başlayan ekonomik krizinin zirve yaptığı yıllarda, yarım milenyum öncesinin şehir devletlerine referansların verilmeye başlandığını görüyoruz. Avrupa tartışmalarının son yıllarda yoğunlaşması, birlikten çok merkez kaç kuvvetlerin ve geç kalmış milliyetçiliklerin yükselmesi de zamanın ruhuna uygun. Bu yeni dalganın hızlı neticeler üretmesi ya da düzen kurucu bir ana unsura dönüşmesi elbette kolay değil. Bu aşamada, merkez kaç kuvvetler, tartışmaların gündemi belirleme kapasitesiyle yetinmek durumundalar. İskoçya’da referandumun sonucundan bağımsız bir şekilde, merkez kaç kuvvetlerin trendi, ekonomik krizle beraber açıkça hissedilir durumdaydı. Avrupa Parlamentosu’ndan müstakil ülkelere, AB fikrinden ekonomik krizlere varıncaya kadar sürmekte olan tartışmalar, farklı başlıkların benzer bir dalga boyu içerisindeki salınımı aslında.
Kaldı ki İskoçya sürecine paralel bir şekilde devam eden birçok farklı bağımsızlık ve özerlik tartışması bulunmaktadır. Bu kabarık listeye bakıldığında Avrupa’nın farklı köşelerinden benzer durumların yaşandığı görülebilir. İtalya’da Veneto ve Güney Tirol, Almanya’da Bavyera, Belçika’da Flander, Fransa’da Korsika, Danimarka’da Faroe adaları, İspanya’da Katalonya, Bask, Galiçya ve Aragon, Polonya’da Silezya, İskoçların dışında İngiltere’de Galler, Kuzey İrlanda ve Kernevekeli sıralanabilir. Bu kadar farklı mahiyetteki bölgelerdeki merkez kaç hareketlerin varlığının yeni bir siyasi ve ekonomi-politik dalga boyuna işaret ettiği muhakkak. Lakin bu duruma bakarak abartılı siyasi neticeler çıkarmak hata olur.
Dün kesinleşen İskoçya bağımsızlık referandumu aslında oldukça öğretici bir sonuçla bitti. Yüzde seksen beş gibi yüksek bir katılımın neticesinde İskoçların yüzde elli beşi İngiltere ile 307 yıldır devam eden nikahlarını bozmama kararı almış oldular. Ortaya çıkan sonucun İngiltere açısından oldukça ilginç ve ironik bir neticesi olacak. Evet Birleşik Krallık İskoçya’yı bünyesinde tutmayı başardı. Uzun vadede bu başarının İngiltere’ye pozitif katkıları olabilir. Ama kısa vadede, elde edilen başarı, halkoylamasının kaybedeni Alex Salmond’la paylaşılmak zorunda kalınacak.
Zira 18 Eylül’e giden son düzlükte, referandumda ‘evet’ çıkma ihtimali karşısında İskoçlara verilen ‘vaatler ve sözler’, kısa ve orta vadenin faturasını belirleyecek. Salmond başından beri referandum sonucunun kendileri açısından bir ‘kazan-kazan’ durumu olduğunun farkındaydı. Referandum sonucu teknik olarak Salmond’un yenilgisi olsa da bir ‘devo max’ (güçlerin azami veraseti) hakkı kazandığını düşünülmektedir. Vergilerden sosyal güvenliğe, petrol gelirlerinden ulusal sigorta sistemine varıncaya kadar birçok başlıkta imtiyaz veya yeni haklar masaya gelecek.
Bütün bu başlıkların nihayetinde bir rasyonalite sınırında yönetilmesi gerekecek. Referandumda ortaya çıkan en önemli netice ise merkez kaç kuvvetlerin, sadece kaçma üzerine kurulu taktikten sahici bir siyasetin çıkıp çıkmayacağı meselesidir. Merkez-kaç bir siyasi taktik olarak kısa vadede anlamlı olsa da, orta ve uzun vadede kendi alanını daraltarak çok daha sıkışmış bir siyasete mahkumiyetin önünü açmaktadır. Bu veçheden bakınca, merkez kaç hareketlerin uzun birlikteliklerden kopma stratejilerinin zemininin oldukça kaygan olduğu söylenebilir. Bu kaygan piste girmeyi ne kadar arzulayacakları önümüzdeki yıllarda birçok farklı bölgenin kaderini belirleyebilir.